Ömer’in İncileri

Yıllar önce eteğimdeki incileri İstanbul’un kalabalık caddelerine dökerken karşılaştık. O da döktüğü incileri arıyordu, yürüdüğü kaldırımları gerisin geri yürüyüp. Bir kadın bedeninin zarif hatlarına sahip değildi ama yüreği ve zihni ölü bir adamın aşkının zarafetine bürünmüştü. Aynı ülkede kadın olmanın muzdaripliği çökmüştü üzerimize. Şikayetçi değildik halimizden, dünyanın gözlerini üzerimizden atabilseydik eğer. Aydınlık yüzlerimizde gölgesi hafızamıza kazınmış kaldırımlar vardı. Cemal ile yürüdüğü yollar, Cemal ile önünden geçtiği dükkanlar, gittikleri oteller, sekiz yıl paylaştıkları eve giden bütün kaldırım taşlarını kazımıştı hafızasına.

Bir kafede karşılaşmıştık. Heyecanlıydı, anılarını anlatıyordu. Anlatacaklarım kulak misafiri olduklarım olacak. Ki Ömer de bunları böyle biliyor. Öyle tanıştık zaten, dayanamadım, gülümseyerek resmen seslendim oturduğu masaya. Ne güzel sevmişsin ne mutlu sana demiştim. Ay kız, sağol diyerek merhabama karşılık vermişti.

İri kıyımmış Cemal, beyaz tenli, kıvırcık saçları seyrek sakalı hafif kemikli yüzünü saklıyormuş. Yuvarlak gözlükleri hafif bir incelik kondururmuş yüzüne…

Anılar dilinde peş peşe. Tanıştıkları dönemde cep telefonu olmadığını, ev telefonunu Cemal’e verdiğini söylüyor. İlk arayışında annesi çıkmış telefona, heyecanla kapmış elinden. Masa kahkahayla doluyor. Gülmekten çekinmeyerek gülüyorum ona. Kimse gelmeyecek mi diye sesleniyor bana. Hayır diyorum. E gel canım, laf dinlemiş gibi olmazsın en azından. Hemen topluyorum kitabı pılıyı pırtıyı. Devam ediyor anlatmaya. Hayatında ilk kez çiçek aldığını, yine de üzerine hiç alınmayarak aldığını mahcuplukla anlatıyor. Öylesine aldım diyor. Aldım almasına ya nasıl taşıyacaktım. Ne olacak canım bal gibi de taşırsın diyor öteki. Adam elimi tutunca çiçek çok kolay oldu zaten deyip kahkaha atıyor. Gülüyor gülmesine ya, gözlerini bir anının buğusunda yaşartmayı da ihmal etmiyor. Ömer kaldırım taşlarını sayar gibi yere daldı o an. Eee sonra deyip yırtıyor masadaki diğer seslerden biri, Ömer’in buğusunda flulaştığı resmini. Birden değişti, kalkmayacak mısınız siz ne geveze çıktınız be diye çıkıştı. Kalkın artık dedi sigarasını küllüğün bağrına sokarcasına. Elim eşyalarıma gitti, kalkacakken elimi tuttu biraz daha otursana sen deyip göz kırptı. Ben şaşkın otururken diğerleri bozulup gitti.

Yorgundum, saat geçiyordu. İçimden kadın olmak… diye iç geçirdim.

Ne hissettin dedim. “İçim kıpır kıpırdı, içmeden sarhoş gibiydim. Evime bıraktığı akşam titriyordum. Öyle korkudan filan değil hani, sevincim ağır basıyordu. Onunla o gece evrendeki milyarlarca yıldızı sayabilirdim. Elimi hiç bırakmasaydı eğer…” Gülüyordum, gözlerime baktı, usulcacık gülümsedi bal rengi gözleriyle. Bir süre kaldık öyle. Sen anlatsana yok mu sende bir şeyler sorusu pervasızlık ile muzurluk kol kola çıktı ağzından. Benim kaldırımlarım burada değil deyip gülümsedim. Bazen öyle olur diye geçiştiriyor. “Herkesinki birbirine benziyor değil mi? Tek isteğim hep öyle kalmış olması.  Eğer öyle olursa, dünya utanır belki. Eğilir önümüzde. Olmuş mudur acaba diyor, kirlenmiş midir bütün dünyanın ezici, bizi aşağılayan bakışları önünde. Yoksa O mu eğildi yoksa dünyanın önünde?”

Ömer ile o görüşmemizde ummalarının sonu gelmemişti. İyimserliği, umudu, sevgisi dünyanın ezici bakışlarını kör edebilirdi…

Öyle olmamış vesselam. Ömer’i bir yıl kadar sonra, saçları dökülmüş, zayıflamış, yuvarlak bir gözlüğü elinde evirip çevirirken buldum.

Merhaba Ömer.

Merhaba. Gel otur.

Oturdum…

Anlatıp duracaktı yine ölü adamını. Bu kez donuktu.

Evlenmiş Cemal. Çocuğu oldu bugün, hastaneye gittim diyor.

”Hepsi hataymış, unutmalıymış her şeyi. Ben de evlenmeliymişim. Bizden olanı sevmiyormuş kimse. Bırak sevmeyi düşmanlarmış. Babası öldürecekmiş bunu. Kovdu beni, bu akılları verip durdu.”

Hiçbir şey düşünemedim bebeğini kucağıma verince. Anlamıştım. Hiç anlamak istemediğimi de o an anlamıştım. Çoktan yenildiğimizi de o an anlamıştım. Savaşın ortasında Cemal’in karşı tarafa geçtiğini bilmeden çarpışmışım hatta. Kolum kanadım kırılmıştı. O bebeğini, savaş ganimeti gibi kucaklayıp öperken ben, kire ise bulanmamış bir parça Cemal aradım. Hıncımdan gözlüğünü kaptım gözlerinden. Artık kördü zaten. Bir erkek olmakla yetinmeyip baba da olmuştu. Daha ne olsundu. Cemal, kendini aşağılayan dünyaya kanıtlamıştı artık. Eğilmiş bir tanrıydı.”

Oturmak istemedi, çıktık yürüdük. Gözlerim kaldırım taşlarına çarptı. Çok kaldırım yok mu Ömer burada ?

“İşin yoksa yürü şimdi tüm kaldırımları gerisin geri, dökmemeliydim onca inciyi.”

 

 

 

 

 

 

Son Yazılar