Kendi halindeki iyiliklerin kimseye bir değer katmadığını unutup sorarsam, herkes iyiydi aslında. Köyünde kendi halinde tarlasını ekip biçen, iki tavuk iki keçisi olan bir köylüden daha kendi halinde olanı bulamazsınız mesela. Köyünü bırakıp gelmiş, bir koca şehirin sahilinde çegirdek satan seyyar da (zabıtalar kovalamadıkça) kendi halindedir. Hatta iyidir, çocuk gördü müydü avucunu şekerleme doldurur. İyiliği bir şey ifade etmez ama o da kendi halindedir. Sabah işe gidip akşam işten eve dönen bir memur kendi halindedir. Hatta dürüsttür, amman devletten bir şey çalınmasındı da… Dürüstlüğü yine de bir şey ifade etmez ama o da kendi halindedir. Sabah yatağından kalkar, karısının oğlu yaşındaki ütüyle zorla ütülediği kahve rengi takımını giyerken söylenir kendi halinde. Kolları terzinin maharetli dokunuşlarını unutmuş, eli cebinde gezmekten kenarından yırttığı cebinden gülümsüyordu yoksulluğundan taşan iyilik hali. Akşam olsa da yatsak düşüncesinden başka derdi de yoktur. Olur da… Akşam olsun, akşam olur. Sabah olsun, sabah olur. Sabahlar ve akşamlar kendi halindedir. Yine de kendi halinde olan memurun derdi kendi halindeki sabah ve akşamlardır.
Kendi halindeki iyiliklere bir yanım acır bir yanım imrenirken ağır bir tütsü gibi kokar ortalık. Nereden bulurduk bilmem, kireç taşı var mahallenin çocuklarının elinde, sanırım kireç taşıydı. Gözlerimiz su birikintileri arardı hemen, kaldı ki yoksul mahallelerde çok olurdu çukurlar. Bir yağmura bakardı, bizim kıyısından başlayıp ortasına doğru köpürttüğümüz göletler. İyilik o zamanlar, çocukların elinde sokak sokak gezen, bir avuç suda sönen, sönerken beyaz bir duman salan, fabrika artığı kireç taşıydı.
Güzel haberdir derdi Rabia, kendini cama vurdu muydu kuş, haber gelir. Dut ağacının altında oturuyorduk, biçimsizce kesilmiş iki kütük üzerinde. Düğün vardı iki mahalle ötede, belli belirsiz sesi işitiliyordu. Yazın son günleriydi biz de giderdik bugün yarın. Okullar açılacak malum. Rabia üzgün, dayımı bu sene de evlendirememiş olmanın hüznü, ecel yakındır derken telaşla tutuşuyordu gözlerinde. Kirecin suda sönmesi gibi sönüyordu sonra gözünün feri. “Talihsiz Murat’ım bir yuvası olmadı, herkes gibi karışamadı çoluk çocuğa. Ne yapar benden sonra? İyi yüreklidir benim oğlum, niye kaderi gülmedi yüzüne.” Onaylamamı bekler gibi, kırış kırış derisinin altında gözü bana bakıyordu. Neyin iyiliğiydi bu, nasıl iyi olurdu insan? Bir insanın iyiliğinden söz ederken ne düşündük hep bilmiyorum. Vicdan mı rahatlattık, bir hak mı aradık, kendimizde de mi aradık ? “İyi yüreklidir benim oğlum…” Balkonda uzanıyordu, bir taş gibi kıpırtısız. Kendi halindeki iyiliği ayağa takılmayan bir taş gibi duruyordu dayımın.
Rüzgar estikçe dutlar daldan kopup düşüyordu yere, usulca boşa gitmesin diye onları topluyor avucuna, bana uzatıyor. O sırada, bir kuş düğünden taraf uçarak kendini cama vuruyor. Tak ! Gülüyorum, kuş kendini havada toparlamaya çalışıp, devam ediyor. Anneannem sevinçle bakıyor yüzüme, Murat’ım ! Murat’ım evlenecek diye şenleniyor gözündeki göletler, kırmızı renkli balıklar doluşuyor kireci sönmüş sulara. “Kızım güzel haberdir, kendini cama vurdu muydu kuş, güzel haber gelir. Bak düğün orada, ben dayını düşünüyordum, bu kuş Murat’a geldi !” Gideyim de mahallenin çocuklarına lokum vereyim. Ayşe’nin Deli Hüseyin’i gördün mü bugün, ona bir gömlek vereyim. Dayın seneye bu zamanlar evleniyor !”
İyiliklerin, kendi halinde oluşların yaşama, insana, ağaca, toprağa, taşa, böceğe ne kattığını düşünürken ben, anneannemin sevincinde vazgeçmiştim işte.
Kendi halindeki bir iyilik, kendini cama vuran kuşun umudundan başka neydi ?