Her gün biraz daha kaybediyoruz.
Bir’in az kaldığı fakat her şeye rağmen yaşamaya devam ettiğimiz yerdeyiz.
Bir şeyler oluyor, tam olarak algılayamıyoruz ama zamanın aktığı düşlerdeyiz.
Gördüğümüzü sandığımız fakat asla engel olamadığımız anların ritimlerinde hayatı dinliyoruz.
Kalp hızlanıyor, el buz, gözler dalgın, nefes soluklu, dudaklar saklı, surat gergin…
Ne yaptık biz böyle veyahut ne yaptılar bize böyle!
İnsanlığımızın asıl gereğini yitirecek kadar nasıl yok olduk!
Vicdanımız nerede kaldı? Hangi zamanın hırsızıyla iş birliği yaptık?
Nereden gelip nereye gideceğimiz belli olmazken ne çok güvendik hayatın gidişine.
Ya bir şeyler ters gittiğinde peki?
Yavaş yavaş eksildiğimizde, kırıldığımızda, incindiğimizde…
Ter ederken o güvendiğin, sen yine çaresizliğinle tek başına kaldığın zaman,
Canının acıdığını hissettiğin zaman iliklerine kadar,
Biz ne çok ayan beyan hislerin öfkesini biriktirmişiz kursağımızda!
Ne çok susmuşuz öyle.
Göz pınarlarımız su toplarken içimize akıttığımız her bir damla sessizliğinde boğulmuşuz biz!
Velhasılıkelam; hayatın rengi ona baktığın yer saklı…