Birçoğumuzda, kötü yahut zor bir duruma düştüğümüzde neden böyle bir duruma düştüğümüzü hiç sorgulamadan, bu durumun sebebini ya da sonucunu hiç düşünmeden, ucuz yollu bir günah keçisi arama eğiliminde olma hali var. Böyle durumlarda ne Hatice, ne de ikiz kardeşi Netice hiç önemsenmez. (“Hatice’ ye değil neticeye bak” sözüne ithaf en.) Bu hal, Everest Dağının boyunu aşan bir ego sahibi mağrur kişiliğimizin çelikten dokunulmazlığına zarar gelmemesi ihtiyacının doğal sonucudur. O kadar kendini beğenmiş, o kadar kendimizden eminiz ki hata yapmış olamayız.
Ah o “bilmem kim” yok mu hep onun suçu bunlar!
“Ah o şöyle, ah o böyle!” Sesleri gelir kulaklarınıza birden. Acımasız etiketler, küfürler, nefret söylemleri…
Varlığı egodan ibaret olan mağrur kişiler, müebbeten suçu kendinde aramaz. Aslında kendisi de bilir kim suçlu, kim mağdur ama ne önemi var ki nasıl olsa tanrının mübarek “günah keçisi” var.
“Günah keçisi”, suçsuz olduğu halde başkalarının suçu üzerine yüklenilen kişi ya da topluluğa verilen isimdir.
“Günah keçisi” kavramına çeşitli toplumlarda değişik zamanlarda rastlanır. Eski Ahit’deki Kefaret Günü ayinlerinde Yahudi kavminin günahları, simgesel olarak bir erkek keçiye yüklenirdi. Bu keçi kurayla seçilir ve Azazel adlı kötü ruhu yatıştırmak ve Yahudi kavmini günahlarından arındırmak için Kudüs dışında bir uçurumdan aşağıya atılırdı.
Antik Yunanistan’da veba ve benzeri afetleri hafifletmek ya da önleme amacıyla “günah keçisi” olarak insanlar kullanılırdı. Atinalılardan, Thargelia Şenliği’nde bir kadın ve bir erkek seçilir, şölenden sonra bu çift kentte dolaştırılır, ince yeşil dallarla dövülüp kent dışına sürülür ve orada büyük olasılıkla taşlanırlardı. Böylece kentin bir yıl boyunca “kötü talihten” korunacağına inanılırdı.
Bu tip olayları “günah keçisi” sözcük öbeğinin terminolojisini dile getirmek için ifade ettim. Maalesef, insanların olduğu her toplulukta bu gibi ya da daha kötü olaylar, değişik olayların adı altında yaşanmaktadır. Burada eleştirdiğimiz husus herhangi bir toplumun tamamı değil, bir takım ard niyetli bireyleridir.
“Günah keçisini” dış temsil olarak gösterim şekline değindik. Ama bir de günah keçisinin iç temsiline de değinmek gerekir.
Çoğunlukla “günah keçisi” ilan edilen hayvan ya da insan olmaktadır. Bu nedenle; itina ile seçilen “günah keçisi”, biricik benliğimizin dışında ilan edilir. Ama bazı durumlar öyle gelişir ki “günah keçisini” içeride aramak zorunda kalınınca; hemen imdadımıza yetişen bir kurtarıcı var. O yardımsever kurtarıcıya: “İçimizdeki şeytan” adını veririz.
Sabahattin Ali’nin “içimizdeki şeytan” adlı romanındaki Ömer karakteri, “içimizdeki şeytanı” şöyle tarif eder:
“İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması… İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu… İçimizdeki şeytan yok… İçimizdeki aciz var… Tembellik var… İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var…”
“Günah keçisi”, “içimizdeki şeytan”, “dışımızdaki şeytan” gibi kelimeler ve bu kelimelerin temsil ettiği özneler, zaman geçtikçe artıyor. Fakat yüzyıllardır insanoğlunun cehalet ile soslu ahmaklığı bitmek bilmiyor.
Kullanılan kaynaklar:https://tr.wikipedia.org/wiki/G%C3%BCnah_ke%C3%A7isi
Fotoğrafın kaynağı: http://anfaengerwriter.blogspot.com.tr/2015/12/gunah-kecisi-scapegoat.html