Hepimizin hayata dair bir fikri, bir planı, bir bakış açısı vardır. Kimi insanlar, geçmişte yaşanan mutlu ya da hazin anılarına saplanıp kalır. Kimi insanlar, ileride neler olabileceği hayalinin sahte mutluluğu ile avunur. Kimileri ise kaçırdığı fırsatlar nedeni ile olamayan hayallerin soluk silüetinin verdiği acıyla yaşar.
Geçmiş artık bizlere sanki hiç olmamış kadar uzaktır. Artık onu ne değiştirmeye, ne de tekrar yaşamaya muktedir olamayız. İstesek de istemesek de bu böyledir.
Geleceği ise asla tahmin edemeyiz. Hepimizin en fazla inanabileceği yüksek ihtimalli olasılık hesaplarıdır. Ama sonuç olarak yalnızca ihtimal. Öyle şeyler oluyor ki yüzde doksan dokuz olma ihtimali olan bir durum olmuyor. On milyonda bir çıkma ihtimali ile piyango bileti bir kişiye çıkabiliyor.
Bizler, ne geçmişin tozlu raflarındaki küf kokan anılarına ve yitirdiğimiz fırsatlara, ne de geleceğe dair kurduğumuz hayallerin baştan çıkarıcı kokusuna kanmaksızın bugünümüze odaklanıp yaşamalıyız.
Dün dediğimiz, bir zaman yaşadığımız bugünümüz değil miydi? Hangi ara rafa kalktı? Ne ara üzerine toz kondu? Ne ara güzel ya da yavan bir koku sardı? Demek ki elde tutamadan parmakların arasından kayıp gidiverdi. Öyleyse bugünün dünden ne farkı var? Eğer farkında olmadan yaşarsak bugünümüze de geçmiş olmayacak mı? Dolayısı ile geleceğimize de…
Sonsuza kadar yaşayamayacağımıza göre şunu da sormalıyız kendi kendimize; geçmiş olan zaman mı, ömrümüz mü, yoksa kendimiz miyiz?
Belki de hepsi…