Çıplak Bedenlerden Fırlayan Buğulu Aynalar

Kaba bir çıplaklık var üzerimde. Duvara bakıyorum, rengi kum beji duvarın. Yuvarlak, ufacık bir cep aynası var avuçlarımda. Paslı ve çatlak zihinlere merhem olma peşinde. Beynime öyle sinyal gönderiyorum. Karşıdaki sensin. Karşıdaki benim. Bunu dediğim için suratıma bakıyorum kaşlarımı çatarak. Alın çizgilerim bolca. Haddinden fazla miskin. Gözlerim hafiften kısık, kaşlarım kırışık. İşte buradan başlıyor kısırdöngüler. Aynaya dair söylenmiş bir sürü metafor, çokça söylenmiş dize hafızamın arka bahçesinde dolanıyor. Kendimi atlar kadar güzel bulmuyorum; hikâyelerde anlatılan adamlar gibi yakışıklı da bulmuyorum. Oh nasıl da havalı bir serzeniş. Bu sıhhi olmayan gerçekler hayatımda hep olacak gibi görünüyor. Bundandır pi sayısının menzilini ifşa etmiş kadar cesur hissediyorum eşkâlimi. Sağlaması yapılmış güvenilir bir problem misali gözlerim cenk ateşiyle doluyor adeta. Atlar kadar güzel değilsem eğer atları izleyebilirim dış mihrakların kanallarında. Aynaya bakıyorum, sevgilimin kısalttığı saç telleri süzülüyor aşağıya. Mübalağa ediyor olabilirim, ama hakikat bundan neden daha fazla olmasın ki.

Yaptığım onca hatanın beni nerelere sürüklediğini görebiliyorum. Gözlerim yakını net uzağı daha net görür çünkü. Geçmişteki ben gene ben olabiliyorsam neden geriye dönüp bu soruları soruyorum aynaya? Telaşa kapılmadan yoluma devam etmeye gayret ediyorum. Fikirlerimin birbiriyle çatışmasına anlam verme nezaketi göstermeye üşeniyorum ve ancak bu döngüye uyum sağlamayı yeğliyorum; fakat bu döngü çok yorucu bir hal almış durumda. Hız artıkça idrak etme gücü de nakıs olabiliyormuş meğer. Cümle fiyakalı, endam ise melankolik.
Aynadaki suret bana işmar edip duruyor. Eldeki son kartlar dağıtılmış gibi. Kart oyunundan anlamadığım halde bu örneği neden verdiğimi anlamıyorum. Dudaklarımız kımıldayana kadar aslında bu farklılık pek anlaşılmıyor. Buraya kadarki yazılanları silmeye çalışsam ve arşive atsam ne kaybım olacak? Eksilen olacaksa ne kadar olacak? Arada kalmak bunu gerektirir zaten. Bilin istiyorum siz de arada kalmışlığımı. Arada kalmak ayrılıktan da beterdir. Tam karar verecekken karar verememe sorunsalı da buna dahil. Ben bu müşkül dertten epey muzdaribim. Özellikle karşı karşıya kaldığımda acısı daha derin oluyor bu meselenin. Kurtulamıyorum bu meşguliyetten. Aman ne büyük dertmiş seninkisi diye aynadaki çemkiriyor bana. Zira tamah edilecek hiçbir yanı yok bu suratın. Fakat dertlerin de tamah edilir yanı olabiliyor, emin olabilirsiniz. Acıdan haz almak gibi. Bahsettiğim kararsızlık tam da böyle bir şey olmalı. Kararsızlık bana biraz haz veriyor sanki. Bunu şimdi fark ediyor olmam ne gülünç. Az da olsa yetişkin şımarıklığını andırmıyor değil.

Yazdıklarım bazılarınızın umurunda olmayacaktır. Okuyor olmanız bu gerçeği değiştirmez. Yazdıklarım sadece beni ilgilendirir. Şu an bu sayfada olduğuna göre artık bu ilgi dışarıya fırlamış demektir. Hepiniz bu saçmalıklara abone olmasanız da şahitsiniz. Beni merak ediyorsanız şayet beni aynaya bakıp anlayabilirsiniz. Ya da yok, geri alıyorum bu cümleyi. Anlamak/anlaşılmak bizi farklı kılmıyor karşımızdakinden veya yanımızdakinden; var olan durumu iyice karmaşıklaştırıyor kanımca. Şimdi sizin karşınıza çıkıp, dahası geçme cesaretinde bulunsam ne kadarını anlatabilirim aynaya? Ne denli anlaşılabilirim kestirmek güç. Bunu pek beceremiyorum; çünkü görünür olursam bedenimi nefti bir mahcubiyet ele geçirecekmiş gibi geliyor bana.

Gel gelelim suratım aynanın içinde. Karşılıklı şiir okusak sevebiliriz birbirimizi. Bir nebze. Çok işimiz olduğu kadar çok meşgulüz de hayatın görünür işleriyle. Kelimeler derdimizi yeterince izah etmeye yetmiyor. Size yanılma payımın olabileceği gerçeğini törpülüyorum tırnaklarımı pışpışlayarak. Dostlarımızla bir gün gelir sıradan bir ilişkiye hapsolmuş olarak bulabiliriz kendimizi? Dostluklar bitebilir mi? Aşklar bitmiş diyorum. Bir tren garında yahut metrobüs kuyruğunda bu da bitebilir. Beklenmedik bir saatte. Her şey mümkün ne yazık ki. Ölümden çok, yaşamak gibi bir şey. Hiç başınıza gelmeyecekmiş gibi yaşarsınız. Aynaların kırıkları gibi dağılırsınız dört bir yana. Parmağınıza batan yağmur damlalarını çıkarırken bulursunuz kendinizi. Elbette onca yaşanmışlık bir çırpıda silinmez, biraz da buğulanır. Bir daha asla o berraklığa erişemediğini fark edersiniz ilişkinizin. Zaman devreye giriyor burada. Zamanla geçer dediğimiz o muhlis işlere benzemez ne yazık ki bu his. Çok acıtır kalbinizin sağ tarafını. Yanılma payımı saklı tutarak tabi bunu söyleme cüretini gösteriyorum. Sanırım bizi söylemlerimiz değil, eylemlerimiz hakikate götürüyor. Hakikate ulaşmaya ömrümüz yetmese de o yolda olmak bile başlı başına bir duruştur. Hadi dünya durmadan aynanızı getirin ve kırık bakışlarımızla yüzleşelim.

Son Yazılar

Harun Aktaş Yazar:

''Toparlanın gitmiyoruz''