Türk Dil Kurumu sözlüğünde komprador: Aracı, Çok zengin kimse, Uzak Doğu ülkelerinde yabancı ortaklıklar hesabına iş sözleşmesi yapan yerli aracı olarak tanımlanır.
Feroz Ahmad, “İttihatçılıktan Kemalizme” isimli eserinde, 1908 Devrimi’nden sonra, kendisini Osmanlı’ya bağlı görmeyen, kendi çıkarlarını Avrupa’nın çıkarlarıyla birleştiren, böylece özünde Avrupalıların kapitülasyonlar aracılığı ile yararlandıkları ülke dışı ayrıcalıkları kullanan, Avrupalılar ile Osmanlılar arasındaki ekonomik aracılar haline gelen, “komprador” burjuvazinin varlığından bahseder.
Osmanlının çöküşünü hızlandıran ve o dönemde batılı tüccarlarla işbirliğine giderek, ticari ve siyasi alanda yerli tüccar ve üreticiye Batılı tüccar ve üreticiler arasında aracılık eden kişilerin yaygınlaştırdığı bir ahlak olarak komprador: kendi çıkarları, kârı, kazancı ve statüsü ve menfaatleri için dış güçlerle, milli değer, kural ve gelenek, örf adet ve kültürel sınırlamalara ve bunların tahrip olmasına, yok olmasına, bozulmasına göz yuman, hatta bunun için aracılık eden işbirlikçi olarak tanımlanabilir.
Bu durum zamanla bir tutum, davranış ve bir ahlak halini alır. Elbette herhangi bir ahlak, bir devrimle ortaya çıkmış dönüşüm değildir. Galata Bankerlerinin de dâhil olduğu bir tüccar ahlâkının varlığından da bahsetmek gerekir ki izaha çalıştığım çıkarım için her şeyi veririm ahlakına dikkat çekmektir.
O dönemde devletin, her alana müdahale eden, kadir-i mutlak olduğu düşüncesinin bir kültür olarak yerleştiği Osmanlı’da, Batıdaki gibi devlete karşı kendi çıkarlarını dayatabilecek bir burjuvazi sınıfı yoktu. Gelişen acımasız kapitalist ahlâkın açtığı yeni rekabetçi pazarda kendini konumlandıramayan, “Kâr etmek ile vurgunculuk elde etmek arasında bir ayrım yapamayan”, geleneksel iş ahlakı ile “komprador” ahlâk arasında sıkışıp kalan “otarşik” (kendi içine kapalı) bir girişimci sınıfın doğuşu dikkat çeker.
Bu durum, bin yıla damgasını vurmuş bir medeniyetin kültürel olarak olumlu ya da olumsuz yönde gelişimine, değişimine, dönüşümüne, çözülüşüne nasıl etki ettiğini gösteren işaretleri olması bakımından önemlidir. Çünkü bir dönem dünyaya hakim bir medeniyetin elimizden nasıl kayıp gittiğini görmemiz ve onu yeniden nasıl kazanacağımıza dair ipuçlarını barındıran bir süreci de gözler önüne serer.
Haliyle yaşanan, tüm siyasal tarihin aktardığı olaylardan ayrı olarak kendi çıkarlarını milletin ve devletin çıkarlarının üstünde gören, daha çok fırsat, daha çok zenginlik, daha çok “vurgun” için dış güçlerin sosyo-ekonomik yapısını meydana getiren unsurların “kârı” için, milli çıkarlar aleyhine de olsa “vurgun“ işbirlikçiliğinden geri kalmayan komprador ahlâkının, toplumu meydana getiren kurumlar (Hukuk-Adalet, Siyaset, Din-Ahlâk, Eğitim-Bilim, Sanat-Boş Zaman, Aile, Ekonomi-Ticaret) üzerindeki etkisinin de analizini düşünmeye sevk eder.
Sosyolog Hüsnü E. Bodur’un ifadesiyle “Batının kendi kültürünü yüceltmek için kullandığı Protestan Ahlakı tanımıyla zuhur eden ve Evangelist çıkar ilişkisiyle varlık süren ahlâkın Anadolu kültüründe nasıl tezahür edip anlaşıldığını, bu ahlâkın Osmanlının son dönemlerinde esnaf, zanaatkâr, tüccar, sanayici, girişimci, siyasetçi, politikacı, asker, dindar, laik, ilim bilim erbabı, bürokrasi gibi tüm sınıfların “fikir ahlâkı” üzerinde nasıl bir etki oluşturduğunu, bunun farkında olanların, Karpat’ın fikir mücadelesine verdiği adla, bunlara karşı nasıl bir “fikir isyanı” ortaya koyduklarının incelenmesinin önemli olduğunu gösterir. Elbette insan doğası gereği pragmatist (faydacı-yararcı-çıkarcı) davranabilir. Ancak; pragmatist olmak asla komprador ahlâk ve komprador kimlik geliştirmenin bir mazereti olamaz.
Şöyle ki:
Tarihin her döneminde “komprador ahlâk” sahipleri, “alçak” çıkarlarını gizleyerek, maskeli figüranlarıyla aramızda arz-ı endam ederken ne milli değerlerin akıbetini, ne dini değerlerin ulviliğini, ne kültürel hazinelerin zenginliğini, ne vatan kavramını, ne milletin somut şahsiyeti olan devleti ne de doğup büyüdükleri, ekmeğini yiyip gelişip serpildikleri milleti, kendi çıkarlarının üzerinde görüp korumuşlardır. Aksine kendilerine vaad edilen çıkarları uğruna tüm bunların yıkılışında, tahrip edilişinde baş rolde bir maşa olmuşlardır.
Tüccar kâr elde etmek zorundadır. Ancak bu milli çıkarları yok sayacak ve milli değerleri tahrip edecek ticaret ilişkisine, komprador tüccar ahlâkını geliştirmesine izin vermemelidir.
Siyasetçi iktidar için çaba gösterir ve çalışabilir. Politik eylem ve söylemlerle siyasal erki elinde tutmak isteyebilirler. Fakat bu hiçbir zaman milli çıkarların üzerinde, batılı güçlerin emellerine çanak tutacak, komprador politikacı ahlâkının saygınlık kazanmasına ve komprador ilişkileri destekleyecek politik kararlar almasına ruhsat vermemelidir.
Dini gruplar ve liderleri, kendi gruplarının daha güçlü ve etkin olmasını, söylemlerinin ve anlayışlarının hakikati daha iyi temsil ettiği iddiasında olabilir ve bunun için faaliyet yapabilirler. Ancak hiçbir zaman komprador dindarlar doğmasına neden olacak fetvalara ve “tanrıdan rol çalma” gafletine düşürmemelidir.
Bilim adamları, bilim dünyasına katkı sağlamak için çaba sarf ederken, bilim etiği, ahlâkıyla çalışırlar. Bilim gücünü de buradan alır zaten. Evrenseldir, evrensel de olmalıdır. Ancak bu güç hiçbir zaman kişisel çıkar, unvan ve titre kazanmak için komprador bilim adamı ahlakıyla referans edilmemelidir.
Eğitim sistemi öncelikle dünyanın her yerinde önce evrensel bilgiyi ve milli değerleri geleceğin emanet edileceği gençlere aktarmak üzere kurgulanan yapılardır. Eğitimin tüm unsurları bir yandan evrensel değerleri diğer yandan milletin ve devletin değerlerinin genç zihinlere aktarıldığı sınıflarda, sisteme emanet edilen körpe ruhları eğitmek üzere eğitimcilere ve yöneticilerine teslim edilmiştir. Bu güven, komprador eğitimci ve yönetici ahlâkına kurban edilmemelidir.
Bürokrat sürekli yükselmek, daha üst düzey bir yerlerde görev almak ister. Bu hem rekabet hem de performansı tetikler. Ancak bu “patronaj” ilişkilerin hüküm sürdüğü, kişisel ve grup menfaatinin prim yaptığı “makam” sevdasına dönüşen “Komprador Bürokrat” ahlâkına düşmesine müsamaha göserilmemelidir.
Her birimiz farklı düşünebilir, kültürün maddi ve manevi unsurları üzerinde onu koruyacak, geliştirecek farklı yaklaşımlara sahip olabiliriz. Bunun için bir araya gelerek sivil toplum kuruluşlarında tüzel kişilik de kazanmış olabiliriz. Vakıflar, dernekler, sendikalar, platformlar, partiler, odalar gibi dini, siyasi, ideolojik, ticari amaçlarla farklı ya da benzer kulvarlarda bir araya gelmiş olabiliriz. Bu kümelenme ile “el birliği, iş birliği, gönül birliği, dava birliği, fikir birliği, amaç birliği” ile güçlü bir etki alanı oluşturmuş da olabiliriz. Ancak bu, hiçbir zaman art niyetli odakların kötü emellerine açık bir araç haline gelmemelidir. Bu güç ve fikir birliği zafiyet ve ihaneti doğuran komprador ahlakın illegal örgütleri haline gelmesine izin verilmemelidir.
Bu nedenledir ki eğitim her şeydir; eğitim sistemin birincil görevi, komprador ahlaka karşı ilkeli duruş gösterebilecek kimlik mayasını özünü tefekkür edebilen bireyler yetiştirmek olmalıdır.