Birazdan bir şeyler olacakmış gibi geçtim masanın başına. Dışarıda bir şeyler oluyor çünkü. Bir şeyler vardı dışarıda sanki. Geceydi işte, sabah oldu. Akşamdı, gece oldu. Ağustostu, eylül oldu. Yazdı, güz oldu. Kimseler doğmamıştı, doğdular. Hiç kimseler hep ölüyordu, gene öldüler. Bilmiyorlardı, bilecekler artık. Masamın ayakları sallantıda mesela. Böyle masa gibi masa bildiğiniz. Marangozunu tanıdığınız, aynı mahallede, aynı sokakta oturduğunuz bir masa. Uzaktan masa diyemeyeceğiniz masalardan. Uzaktan bakınca yatamayacağınız bir köy gibi değil ama. Başa dönelim. Geceydi ve sabah olmuştu. İlk defa Türkiye dışına çıktım. Yeşilin içinde şehirler. Şehrin içinde ağaçlar, gökyüzü ve en çok mavi. İlk defa Diyarbekir’e gittim. İlk defa babamı bilerek aramadım. İlk defa Diyarbekir surlarından aşağılara, daha aşağılara baktım. İlk defa yaşlandığımı fark ettim.
Bunca ilkten sonra Selim Temo’yla tanıştığımı hatırladım. Hatırladıkça etrafım kalabalıklaşıyordu. Tanımadığım insanların arasında her an biri beni tanıyacakmış gibi yürüyordum. Böyle ikinci sınıf artist gibi. İlk defa yürür gibi kalabalıkta. Başka birilerinin canı da sıkılıyor mudur acaba? Bu saatte, şu saatte, hani bunları yazdığım herhangi bir saatten bahsediyorum. Şu duvara yaslanıp şu yazdıklarımı şuradan geçen birine ve bu birinin karşısına geçip yazdıklarım sizi pek alakadar etmez; fakat babanızı pek ala alakadar edebilir deyip bodoslama okusam. Okuduktan sonra hiçbir şey demeden ayrılsam oradan. Selim Temo’yla karşılaşırım belki, deyip öylesine dolaşsam şehrin sokaklarında. İhtimal işte. Karşılaşabilme ihtimaline karşı bir gevezelik. Böylece ben aslında geçerken uğramadım buraya, sizinle rastlayabileceğim umuduyla geldim, desem. Amma da mübalağa ediyorsun dese ve ben arkama bakarak yürüsem geldiğim yöne. Tam o esnada dur hele lo, dese. Bir kaçak çay içmeye davet etse. Aslında tanışıyoruz sizinle diye söze girsem, o da nerede, dese. O şehirde, Istanbul’da. Hatta inanmayacaksınız ama şiir bile gönderdim size, hazzımı gere gere. Bununla kalmayıp bana ‘’Bu harika şiirleri gönderdiğin için çok teşekkür ederim. şiir teşrifat tanımaz elbette, rahat olun.’’ dediniz. Bu da yetmedi, ”Kürt, Arap, Çerkez, Laz gibi köklerden gelen insanlar Türkçe şiirlerle karşıma çıktıklarında tuhaf bir hüzne kapılıyorum. Annenin, dolayısıyla çocukluğun reddi gibi travmatik bir şeylere işaret ediyor çünkü. şiir, evet, travmanın bizatihi kendisidir veya travma şiirin gıdasıdır, anlıyorum. ama anadiliyle yazmamayı kabul edemiyorum. Hele o travma anadile aktarılırsa ne harikalar doğar diye düşünmekten kendimi alamıyorum. bu yüzden öncelikle sizi anadilinize ve çocukluğunuza davet ediyorum”, diyerek güzelce bir hakladınız.
Ben aslında Mardinli’yim ve siz bunu bilmiyorsunuz, diyerek sayfayı çevirsem. Kaldığımız üniteye geçsek. Siz de Mardin’deydiniz o zamanlar. Henüz nazikçe atmamışlardı sizi üniversiteden. Hakkınıza girmemişlerdi devlet ricali, rap rap diye bassam kelimelerime. İnceden biraz yağmur çiselese. Artık hatırlıyorsunuz ne de olsa, eski bir muhabbetimiz de var, diyerek bir başka gün için sözleşsek. İyi de başka ne demiştim deyip sorsanız. Bak unutuyordum, bir de, ‘’Öte yandan şiirde seslenme, belli bir kalabalık varsayar, peki, birilerine bir şey söyleyeceğiz, ama bunun aracı şiir değil gibi geliyor. yücelttiğimden değil, gözettiğimden. şiirde eşya veya durum değil, eşya ve durumun yankısı ve etkisi anlatılır. bunun tersi olduğunda, şiir nutuka dönüşebilir. sizin şiirlerde bir alt ton olarak nutuk var.’’ demiştiniz. Ne çok şey demişsiniz öyle, biraz suratım kızardı sanki, diyerek usulca çay istesem oradan.” Sonra da,‘’Bu tür “özellik”lerden kurtarıp hele de annenin dilinde kamaşan dile dönerseniz, dizlerinizi kimse tutamaz.’’ dediğinizi unuttuğumu sanmayın sakın, desem, sonraki buluşmada elimde bir şiirle gelsem gene. Tam giderken, İsmet Özel’in de eylülde doğduğunu biliyor muydunuz, diye sorsam. Başka kim doğdu, diye sormadan vay be, demek eylülde doğdu ha, deyip devam etse yoluna. Bunlar önemli şeyler değil belki; ama saçma da olsa, mümkün dolanın içinde sadece uzakta olanlar şeyler. Gece pencereden beni dikizlemeye devam ediyor ve ben bunun farkındayım. Gayriciddi bir işin üstündeymişim gibi hem de. Aramızda şehirler. Birkaç saat sonra sabah olacak. Okulların açılması, devamsızlıktan kalacak olanların kimbilir ne hayalleri vardı da kaldılar diye başlayacak olanlar… Gene kalacak olanların ise, istikrardan ödün vermemeleri. Masada unutulan eşyanın sahibinin bir daha ortaya çıkmaması, gecelerin uzaması, günlerin kısalması vs.
Enflasyon umurumda olmuyor nedense. Daire satışlarının enflasyondan daha düşük seviyede seyretmesinin neye mal olacağını kaç kişi umursuyor. Niye, yarın ölecek biri gibi geveliyorum. Sahiden olmayacağız bir gün. İyi de kaç kişinin umurunda Selim Temo’yla tanışmış olmam? Mes’ut bir tesadüf’e bir şiir ve bu yazı. Ve ‘’nihayet bu resimden çıkıp gidiyorum’’.