Balkona çıktım. Yeni yağmur yağmış. Balkon kendini yıkayamamış, tozları yerde damla damla. Yağmurun yağdığını yerden anlıyorum. Yeni uyanmışım, başım eğik, saçlarım dağınık, yeri görebiliyorum.
Balkona çıktım. Salatalık kokusu bölüyor balkonu. Mevsimi geçmiş bir salatalığın kokusu. Kokunun bittiği yerde balkon da bitip, huysuz komşunun mırıldanmaları başlıyor. Günaydın deyip gülümsüyorum. Cevapsız.
Mutfağa geçiyorum sonra, sonra yine balkona. Yaşama sevincim yoktu, hiç bir zaman olmayacaktı belki de. Yaşamı sevmek değil de içimde sevinçli bir kadın vardı, onu seviyordum sanırım. Bu da bana yetiyor olsa gerek yalnızlığımı da seviyordum. Füruğ geliyor aklıma. Balkon demirleri ıslanmış soğuk, sularını atıyorum serçe parmağımla, üzerinden. Öldüğümde bir aşkı kendimle götürmeyecektim. Füruğ gibi yüzünü göremediğim oğluma şiirler yazmayacaktım, henüz tatmışken aşkı tanrının merhameti altında ezilmeyecektim.
“İnanalım soğuk mevsimin başlangıcına.”
Beni her gün bu eve getiren, her günün her ertesi günü işe götüren, Turgut Uyar’ın Yokuş Yol’a şiirindeki yokuşuma takılıyor gözüm. Galip oluşunu evlerin ona ayak uydurmasında kanıtlamış, dimdik bir yokuş, eğik evler. Bu yüzden bodrum kat evlerinin yarısı güneş görüyor. Pencere diplerinde çiçekler açmış… Emekliliğe yetişmiş olanlar göğe daha yakın, deniz manzaralı balkonlardan sarkıtıyor buruşmuş derilerini. Gençler pencere diplerinde açmış, çiçeklere anlatıyorlardı göremedikleri göğü.
“Muş – tatvan yolunda bir gün senin akşamın ne ki
Orada her zaman otlar otlar ergenlikler kanar.”
Ev sahibim, kısa süreliğine olmuş olsa da yer açmıştı yanında. Yaşlı bir kadın gibiydi, huysuz, sevimli. Aştığım sanayi yolları beni parçası olduğum evrenden ne kadar uzaklaştırsa da yaşlı kadına yakındım. O evi özletirdi yokuşu inerken, çıkarken de gidip ne yapacağım ki düşüncesi yavaşlatırdı bacaklarımı. Birbirimizi anlayacak mıyız ? Sarı renge boyanmış duvarları inceleyecektik. O başının altına aldığı minderin kenarındaki ipi koparmaya çalışacaktı sonra. Göz ucuyla benim dışımda kalan odayı izleyecek, pencereden taşacaktı yorgun bakışları sonra. Bense kahve bahanesiyle kendimi balkona, balkondan yokuşa, yokuşun bittiği yerden denize atacaktım. Uykuya dalacaktı yüksek ihtimal. Eve dönecektim. Bir yokuşu tırmanacaktı kokum. Deniz ardımda kalacaktı, sırılsıklam. Bir battaniyeyle üzerini örtüp gözlüklerini yavaşça alacaktım gözlerinden. Saçlarımı kurutup balkona çıkacaktım, balkon ıslak. Odanın penceresinden başımı içeri sokup onu özleyecek, sevgimi hissettiğimde yüzüm buruşacaktı. Gitmemi istemeseydi eğer, ona olan sevgimin altında ezilmeyecektim.
Ah yaşlı kadın. Anlamayacaktık birbirimizi. Üstelik bunu hiç kabul etmeyecektik, birbirimizi anlıyoruz diye kavgaya bile tutuşabilirdik. O bana evini açmıştı, dertlerimi biliyor karşımda sessizleşerek kederini gösteriyordu. İhtiyar sessizliği olduğunu söylemeyecekti. Bense yalnızlıklarımızı yan yana getirip, beraber mutsuz da olunmalı düşüncesiyle başını dizlerime alıyordum.
Ah yaşlı kadın. Gitmeyi istemediğimi sana söyleyemedim. Anlar gibi yapacaktın.
Ah yaşlı kadın. Ne yalancı aynalardık biz. Yansıttığımız bir tek bizi kandırdı.
Geldiğim yerde çok fazla kilise var.
Ah yaşlı kadın… Bizi bir kilise çanının pazar ayini çağrısı ayırdı.