Macbeth*, Shakespeare’in dört büyük trajedisinin sonuncusu ve kötülük üstüne yazılmış en kısa oyunudur. Yani kaynakların söylediği bu. Bu kaynaklar, oyunun 1606 yılında kaleme alındığı, aynı yıl sahnelendiği de söyler aynı zamanda. Mesela, Özdemir Nutku, ‘’Kötülüğün Metafiziği’’ adlı makalesinde Macbeth’in 1606’da yazıldığına dair kanıtları sıralarken şunları söyler; Shakespeare’in kullandığı koşuk, bu tragedyanın 1610’dan önce yazılmış olduğunu gösterir; ama bu, I. James’in tahta çıkma yılı olan 1603’ten değil, bu tarihten sonradır; çünkü bu oyun, bir açıdan I. James’in tahta çıkışını kutlamak için yazılmıştır. Kral’ın atalarından biri, Macbeth’teki, Banquo’dur. Ayrıca Demonology adlı bir kitap yazmış olan I. James’in her çeşit doğaüstü olaylara, güçlere ve büyücülüğe ilgisinden dolayı, Shakespeare oyuna cadıları da sokmuştur.
Bu çerçeveden bakıldığında oyunun yazılış amacını da görebiliyoruz. En nihayetinde niçin yazıldığı da aydınlanmış oluyor. Bu tragedyanın Shakespeare’nin diğer tragedyalarından niçin daha kısa olduğu sorusu gelebilir. Zira oturup düşününce, kan bıngıldadığından ve aynı kan damarları kaşındığından sorulacak sorular da artıyor. Macbeth (1993 dize), sarayda sergileneceği ve uzun olmaması gerektiğinden bu şekilde ele alındığına dair kesin kanıtlar var elimizde. Bir gün delillere kan sıçrarsa belki yönümüzü değiştiririz, fakat şimdilik gözümüzü yoldan ayırmıyoruz. İnandığım bu. Yapılan araştırmalar neticesinde bugün elimizdeki metne bazı yazarlar tarafından ekleme yapıldığı da ortaya çıktı. Fakat asıl mesele, bu eklemelerin oyunun ruhuna zarar verip vermediği daha önem taşıyor diyebiliriz. Özdemir Nutku, aynı adlı makalesinde, elde quarto baskısının bulunmayışı, oyunun ilk kez 1623 folio’sunda yayımlanmış olması, folio ile quarto arasında bir karşılaştırma yapmayı olanaksız kılındığını belirtir.
Başa dönecek olursak, Kraliçe Elizabeth varis bırakmadan ölünce, İskoçya kralı IV. James, I. James, adıyla İngiliz tahtına geçmiş ve İngilizlerin İskoçya tarihine ilgileri artmıştır. Shakespeare’in kumpanyasını da koruduğu için oyununu, Kral James’i konu alarak ona hoş görünmek amacıyla yazdığı düşünülmektedir.
Bununla birlikte Shakespeare, kendinden önce gelen yazarlardan (antik yunan ve roma tiyatrosu) etkilenmiş olsa da, kendi dehâsını ve kişiliğini katarak onları zamanla
geride bırakmıştır.
Bununla birlikte Macbeth’in başlangıcında olaylar, hızla birbirini kovalar ve Macbeth, cadılarla karşılaştıktan hemen sonra kendisine Cawdor beyi ünvanının verildiğini öğrenir;
BİRİNCİ CADI – Selam Macbeth! Selam sana, Glamis Beyi!
İKİNCİ CADI – Selam Macbeth! Selam sana, Cawdor Beyi!
ÜÇÜNCÜ CADI – Selam Macbeth! Selam geleceğin hükümdarı!
Aynı gün içerisinde Macbeth, Kral Duncan’ı sarayına davet eder; o gece Kral Duncan öldürülür ve Macbeth ertesi sabah Kral olarak tahta oturur. Shakespeare’in İngiliz tarihi üzerine bütün piyeslerinde olduğu gibi, burada asıl kaynağı Holinshed’in ünlü vakainamesidir. Shakespeare bu vakainame üzerinde dilediği gibi değişiklikler yapmış, birçok noktalarda vakainameden uzaklaşmıştır. (Dağıstanlı, Ayşe, WILLIAM SHAKESPEARE’İN MACBETH OYUNUNUN İNCELENMESİ VE GIUSEPPE VERDI TARAFINDAN OPERAYA DÖNÜŞTÜRÜLMESİ, s. 11) Peki bu vakainamede ne anlatılmaktadır? İskoçyalı asilzâdelerden Donwald’ın, Kral Duffe’ı evinde nasıl misafir ettiğini, karısının teşvikiyle onu geceleyin öldürdüğünü, suçu önceden sarhoş ettiği uşakların üstüne atarak onların da canına nasıl kıydığını, cinayet meydana çıkınca sözde acısından nasıl paralandığını anlatmaktadır.(a.g.m.s.11).
Görüldüğü gibi Macbeth ve Lady Macbeth karakterleri tarihi bir olaydan alıntıdır. Shakespeare bu cinayet temasını Holinshed’den almıştır; ama bu oyunda Donwald’ın yerine Macbeth’i, Duffe’ın yerine de Duncan’ı koyar. Aynı zamanda vakainamede, Macbeth’in Kral Duncan’ı öldürmesiyle ilgili komploya Banquo’yu da karıştırdığı yazmaktadır. Fakat Shakespeare, I. James’in atalarına ihanetten suçlu olmasını ima etmek istemediği için bazı değişiklikler (dikkat) yapmıştır. Şeytan’ın neden ayrıntıda gizli kaldığı hatırlatmakta hiçbir beis görmeyen bir alışkanlık almış başını gidiyor doğrusu. Olan şeyler ciddiyetini her zaman muhafaza etmesini biliyor ne de olsa.
Bunun dışında gerek Macbeth, Lady Macbeth ve diğer karakterler olsun bulundukları şartlar içinde gerçeğe yakındır. Hatta o kadar gerçektirler ki zaman zaman bu gerçeğe kapılıp kendimizi bulduğumuz da oluyor. Pasolini’nin de ifade ettiği gibi abartıyorum; çünkü doğru söylüyorum. Nedendir bilinmez, Macbeth oyununun daha önceki okumalarımızda bizi bu denli etkilediğini söyleyemem. Fakat bu son okumalardan sonra bizi öylesine sarstı ki artık kâbuslar görmeye bile başladık desek yeridir. Gördüklerimin ne kadar bizi bağlıyor orası işte muamma. İçimizde bulanık fırtınaların bizi tutunduğumuz tuğladan koparmaya niyetine büründüğünü daha ne kadar saklayabilirim ki zaten. Çünkü Macbeth ne kadar insansa, biz de o kadar insanız. Böyle olunca da döktüğü bütün kana rağmen kızmıyor, anlamaya çalışıyoruz. Bunu söylüyor ve fakat şunu soruyoruz? Macbeth kendisi için mi döktü o kanı, yoksa Lady Macbeth için mi? Olacak olan olur nasılsa, bu doğru. Estetik açıdan baktığımızda da bizi tatmin ediyor Macbeth. Her ne kadar oyunda şiirsel (diğer eserleri dahil) bir dil hakim olsa da bizi bu lirik dilden çok insana dair döktüğü sözleri oluyor.
Makbeth: …‘’Korkunç düşünceler insanın karşısında duran korkunç şeylerden daha beter.’’
Bu sözün sözler içinde bir yeri olduğunun elbette farkındayız. Ne zamana kadar bizi alıp peşinden sürükleyecek işte orası şimdilik dağınık. Düzene koymanın derdi de o kadar büyük olur. Burada bir sanat eseri inşa etmekten çok, mesele üzerinde durulmuş. Yazar bunu yaparken de kesinlikle kimin kötü kimin iyi olduğu üzerinde durmuyor. Zaten oyunun hemen başında cadıların söylediği ‘’iyi demek kötü demek kötü demek iyi demek’’ sözleri buna işarettir. Bu sözler aynı zamanda oyunun karakterini ele vermektedir.
Oyunun başından sonuna kadar gerçekleştirmek isteyen belirleyici bir amaca sahip olan tek karakter, Lady Macbeth’tir. Macbeth, her ne kadar bu amacı gütse de zaman zaman pişmanlık duyduğunu görüyoruz. Bazen insan duygularının karmaşıklığı bize ayna görevi de görüyor. Payımıza düşen ne ise alıp ona göre hareket etmeli. Ne kadar karanlık olursa aydınlığın şiddeti o denli yüksek olur. Yeter ki başa çıkabilelim bu çirkinliklerin. Kader ağlarına parmak sokan bir elin kanlı ellerine bakıyoruz gözlerimizi. İyi ve kötü olmanın dışında çemberin içindeyiz. Çemberin dışında olan onca kötülük kanımızı kudurtuyor. İyi ve kötü. Gelgelelim Macbeth yerinde mi?
Macbeth: Bu işte daha ileri gitmeyelim. Beni daha yeni ödüllendirdi. Üstelik her sınıf halkın değerli sevgisini de kazandırdı. Bunlar pırıl pırıl yeniyken, giyilecek şeyler. O kadar çabuk bir yana atılacaş şeyler değil.
Lady Mabeth: Öyleyse kuşandığımız umut, sarhoş muydu? O zamandan bu yana uydu da, şimdi o kadar gözüpekçe kurduğu düşten korkup uyanıyor. Bundan sonra senin sevgini böyle bileceğim. Dileğinin gerçekleşmesi için yiğitlik gerekiyor. Böyle olmaktan korkuyor musun? Hem yaşamında çok önemli olacak bir şeye sahip olmak isteyeceksin, hem de korkak olacaksın?…
Makcbeth: Ne olur yeter! Bir erkeğe yaraşan her şeyi göze alırım. Ama daha fazlasını göze almak erkeklik değildir.
Burada her iki karakterin de tutkuları göze çarpıyor. Lady Macbeth’in amaca giden her yol mübahtır anlayışıyla üstünlük kurmaya çalıştığını görüyoruz. Macbeth ise, yapacağı korkunç şeyin daha fazla karanlığa saplanmasını istemediğinden böyle yanık bir belge atıyor ayaklarımızın altına. Basmak veya basmamak bizim elimizde. Fakat Lady Macbeth o denli baskın hale geliyor ki Macbeth, artık kabul etmek zorunda kalıyor. Yol girdikten sonra asla vazgeçmek olmazdı. Belki de bu yüzden Macbeth tam anlamıyla karakter olamamıştır. Öyle ki işin ucunda serde erkeklik vardı. Kendi varlığını bu cinayet üzerinde kurmak istemese de yol o yöne savuracaktı onu.
Cinayetten sonra karısının gözünde sadece bir asker değil aynı zamanda bir kahraman, hatta kraldır. Cinayetin oyunun genelinde kendine yer bulduğunu diğer tutkuların da bunun kadar ağır basmadığını görüyoruz. Zira geceye en çok yakışan bir şey vardır, o da cesetlerdir. Hatta Macbeth sadece Duncan’ı değil düşlerini karabasanlara feda eden uykusunu da öldüren bir eşref-i mahluktur. Fakat Macbeth, Cadılar ve kehanetleri olmadan Kral Duncan’ı öldürmüş olsaydı, aynı etkiyi yaratmayabilirdi. Shakespeare cadılar karakterlerini ekleyerek oyuna sıradanlıktan uzak, esrarengiz bir hal kazandırıyor adeta.
“Macbeth, Shakespeare’in öteki tragedyaları gibi durumu açıklayan konuşmalarla değil de; bu dünyadan esmiyor duygusunu uyandıran – ve bütün oyun boyunca esip duracak olan – korkunç bir fırtınanın gök gürültüleri, uzaktaki savaşın yankıları arasında, ıssız ve karanlık bir fundalıkta Cadıların görünmesiyle ansızın başlar” (Urgan, Mina (1965). Macbeth (Bir İnceleme). Çan Yayınları, İstanbul)
Hakikaten de oyunu okurken, bu dünyadan değilmişçesine bir yol çiziyor. Karanlığın dört kolla sarıldığı atmosfer (savaşın karanlık yüzü), uzaklardan gelen çığlıkların çıplak sesine karışıyor. Sesin geceyi değil de karanlığı böldüğü bir yerdir orası. Yani bütün kötülüklerin ayyuka çıktığı bir vahşetin kordon boyu. Bu yüzden açılış sahnesi o kadar vurucu ki, gerçeğin ötesinde bir toprak parçasını arıyor cadılar. Göz gözü görmeden koşuyor. Heyecan içinde kelimelerin peşinde koşuyorsunuz. Bu açılış aynı zamanda oyunun genelinde nasıl bir atmosferin bizi beklediğini anlatır. Macbeth dahil diğer karakterlerin kişilikleri hemen açığa çıkıyor. Özellikle yaralı bir şekilde savaştan dönen Subay’ın Duncan’a anlattıkları, karakterlerin kişilikleri için anahtar görevi görüyor. Daha sonra da anahtarı alıp tek tek kapıları açıyoruz zaten. Korku başa gelir. Baştan gelir. Korkmaz görünen korkunun dışında bir yerde olsak da oradayız. Gidiyoruz ve korkuyoruz.
‘’Macbeth’in evreni tek bir olay dizisiyle dokunmuştur. Düşünceler ve olaylar bu tek dokuyla gelişir. Bu oyunda önemli olan olay dizisi mantığından çok tasarımsal iletişim mantığıdır. Bu tragedyanın terk edilmiş, karanlık bir evreni vardır; orada her şey kötülük tarafından kirletilmiş, belirsiz, pusludur.’’ (Özdemir Nutku, a.g.m, s.84)
Bana soru sor artık, beni kurtarma konuştur diyen, şairin sözleriyle yolumuzu aydınlatmaya çalışıyoruz. Oyunun başından sonuna kadar sorulması gereken sorular peşimizi bırakmıyor. Özellikle Oğuz Arıcı’nın da dikkat çektiği, Macbeth’i savaşta o kadar kendinden geçiren şey neydi?
Hırs ve öfke mi?
* Macbeth, William Shakespeare, Türkiye iş Bankası yay., çev: Sabahattin Eyüboğlu, 2002, İstanbul)