Bir Şey’in Miş Tragedyası*

Kafamda, öfkeye bakan yüzlerce şey. Gürültü üstüne gürültü. Sebebi ne, soracak oluyorum, gene bir gürültü bölüyor sakinliğimi. Duvarda iri bir böce. K. Bir şeyin ağzında. Ters giden bir şeyler olmalı. Pencerenin dibindeyim ve fakat içimden gelmiyor dışarıya bakmak. Odanın ortasında, duvara yaslanan duvarlar bana haince bakıyor. Parmaklarıma bakıyorum harflerin arasında. Yarına bazı kelimeler bırakma telaşında aklım. Karşılık verebilirim elbette. Kapının ardında annemin sesi. Evladım, çık da bir kaşık su iç. Hayır annem uyumuş olmalıydı. Annemin değilse bu ses kimin şeyi? Kulağım umursamıyor kurmalı saatimin sakil tıkırtılarını. Her daim tetikte bekleyen duvarlara çarpıyorum. Durunca kur, kurunca çalışmalı diyorum duvar saatleri. Zamanı iyice belliyorum. Zaten bu yüzden mütemadiyen yakınımızda bir yerlerde tutuyoruz bu şeyi. Yanıp sönen bir ışık dikkatimi dağıtıyor bu defa. Bakmalı mıyım? Bakmazsam devam edecek bu kirlilik. Bir mesaj gelmiş olmalı. Ama kimden olduğu henüz belli değil. Bakmamalıyım belki de. Bakarsam merakımı gidermiş olurum, onu da biliyorum. Aslında herkes bilir, merak ancak bilince giderilir. Şey oluyorum iyice bunları düşündüğüm için. Buraya kadar normal olmalı düşündüklerim. Zahmete değer onca satır. Satır satır dizilen telaş. Üst üst konulan korku. Bu neyin güldürüsü böyle? Dokunan yanan şeylerin derdinde miyiz?

Yoksa giden başkaları mı?

Başkaları umurumda değil oysa; ben de başkalarının umurunda değilim. Birbirimizin şeyi değiliz. Bu biraz da içimle alakalı. Kendi kendime gülüyorum. Arkamdan okumadığım onca kitap ve binlerce kelime ve yüzbinlerce harf. Bugün günlerden ne? Ne değişir ki söylersem? Hangi aydayız? Bir çok asık surat, duvara asılmış beni tahrik ediyor. Değişecek bir şeyler var mı? Salondan bir ses, randevusu olduğunu söylüyor. Ben almışım randevuyu, bilmem gerekiyormuş o yüzden. Söyledim saatini, gününü de. Aklında tut ve yerli. Hatırlatmadığım için kabahat bendeymiş. Sağa dön, biraz uz git. Bu da geçecek, önce bunu hatırlattım. Biraz beklemelisin.

Sayın şeyler!.. İsmet Özel’in sesi çarpıyor duvarlara. Buraya sıkıştırırsam, bir şeyleri yaşatır mıyım? Halka bakınca gümüş tırnaklı kısraklar. Sırça kirpikli gelinler huylanır’mış. Gözleri nasıl güzel göründüğünü söylüyor. Ben tekrar ediyorum ardından. Gözlerinin neden güzel göründüğünü soruyor. Birlikte şey oluyoruz. Sorduğu kim veya kimler? Lokmaya gelir gibi değil mi? Yumuşak yanlarımızı kemiriyor gibi hassas bakıyoruz kahkahalarına. Ben tekrar etmiyorum bu sefer. Kulağımı veriyorum sesine. Kimbilir ne güzel kokuyordur bu adamın adımları. Şey bu kadar mı yakışır bir şair’e; ama şiir, şair olan her şair’e hep yakışır zaten. Böyle de okunmaz ki. Böyle de akmaz ki bir ağızdan kelimeler. Böyle işte, böyle. Her şey mümkün oluyor, böyle bakınca. Böyle tahrik edince geceyi. Eğer böyle söylersem, güzel görünürmüş kelimeler. Eğer halka bakarsa, güzel görünürmüş atlar da. Ben, nedense birlikte yürüdüğümüz o bitmesini istemediğim, fakat biten yolu hatırlıyorum. Hatırlayınca, Bir Yusuf Masalı çıkıyor meydana. Sorular sorduğum o yol tekrar tekrar aklımı kurcalıyor. Duvarlar raks ediyor. Dans eden ışıklar. Gürültüye devam eden saçmalıklar. Saçları ağarmış olsa da suratı hâlâ taralı. Kimseden bir işaret gelmeyeceğinin farkında. Neden başka şairin yüzü taralı değil? Bir şiir daha bitiyor. Bakmaklar diyor asilce. Sesine doğru yolumu çeviriyorum. Şenlikçisi olduğunu söylüyor pıhtı kanın. Daha da devam edecek bu şiirler art arda. Dinlerken ölümü hatırladığımı, kusmuğu ağzında yakaladığımı nasıl itiraf edebilirim size. Kahkaha alıyor geceyi sanki. Beklenen bir ses. Annemin uykusu ayaklanmaz elbette, şairinki gibi. Bu kadar korku neden? Niçin durmadan parmaklarım geceyi kovalıyor? Kendimden bir ses bırakıyorum ölülerin koynuna. Bunu ben söyledim, ben. Ben nereye bakacak olsam, parmaklarına değiyor şairin. Size anlatamam, hayır. Edersem bir şeyler olur. Çoktan kapandı gecenin kapısı. Ey durmayıp, beni kovalayan gece! Piçlik nereye gittiyse oraya götür kedileri. Kedi diyorum; çünkü başka şeylerin ismi beni tahrik etmiyor. Tahrikten kastım elbette, kelimelerin dışa vurumudur. Savulun işte, bir şiir daha bitiyor.

Hangi şey?

Bilmek istemiyorum. Sizin bilmek isteyeceğinizi de sanmıyorum. Sözleriniz var. Olmalı. Evet evet, işte göründü sesinin çatalı. Muş’ta Bir Güz İçin Prelüdler’den bahsediyor. Bu da geçti polis kayıtlarına. Fakat neden Muş olduğunu biliyorum. Onu söylemem. Hayır hayır söyleyemem şeylere. Bakın tekrar ediyor. Dördüncü merdiven çıktı bile. Sis arındırıyor sanki aramızdaki bulanıklığı. Hızlı davranıyor ve ben yetişemiyorum sesine. Aramızdaki devlet sırrı bu. Sabaha kadar biter mi bu ses. Bir gün daha devam eder mi? Elleri güze yakışıyor olmalı değil mi? Adına yaşamak diyormuş meğer. Gece karanlığa sövüyor. Burada kısıyorum sesini ama. Biraz durmalı, durmalı. Peki bizi kim konuşturacak kanırta kanırta? Gülünç mü geliyor bu durum? Korkarım ki evet. Parmaklarım kaç dakikadır durmak nedir bilmiyor. Durursa, bir daha böyle hızlı akmayacak kelimeler çünkü. Kendimi onlara bırakıyor, öyle toparlıyorum sakalımı. İnanmaktan elimi eteğimi çekmek mi? Şey olursam, sıra size gelir. Bu kadar şey olmak bize yakışmaz. Niçin buradayız, aklımızdan zorumuz ne? İnanmaktan başka bir yol var mı? Sorduğum sorular havuz problemlerinden daha karışık değil ne yazık ki. Başımı kaldırıyorum, tragedyalara çarpıyor. Kendini bil’ derken neyi kastetmişlerdi şu filozoflar? Şiir mi yoksa tragedya mı? ‘’Acılar çekebilecek yaşa geldiğim zaman. Acıyla uğraşacak yerlerimi yok ettim.’’ Gene o ses ve şiir. Tahrik ediyor geceyi. Bırakın diyorum, bırakın! Böyle de kalabilir gece. Köprülerden geçmiyor olmak bu kadar katı olmamalı. Peşimizde kimler varsa, nasibine düşenle yetinmeli. Atlar dört nala meydan okuyor. Şeylerin ardında kan. Kan katılaşıyor gecenin koynunda. Şeylerden kovulan tanrıları lanetlediğimiz de yok. Ne yapsam, yumuşamaz ateş. Mahsustan yaşadığımız önemli, fakat bizi kurtaracak kadar kendimizi bilmiyoruz. Sevgilimden haber yok henüz. Nerede ve ne yaptığı polisin umurunda değil. Yüzüme bakınca kıvırcık sakalımı görüyorum. Ve sen sevgilim, bulanık saçlarından çirkinliğimi çıkarabilir misin?

Son Yazılar

Harun Aktaş Yazar:

''Toparlanın gitmiyoruz''