Her yere açılan, aynı zamanda hiçbir yere açılmayan kapılar önündeydim.
Bir kapının ardında görmeden düşünenler ile görüp geçirenler aynı masada oturuyordu. Eski zamanları uzatmadı kimse, herkes kısa kesti. Gelecek uzundu nasılsa… Görmeden düşünenler uzattıkça uzattı, görüp geçirenler suskun. Bir uçurtmanın kuyruğu gibiydi geçmiş. Kuyruğu ne kadar uzasa o kadar yükselmiyordu uçurtma. Okulda ödev diye verilen uçurtma uçtu gözlerimin önünden. Kuyruğu, sokağın ucundan evimizin kapısına kadardı. Ne yaptıysam uçmamıştı. Bir gelinin ardında sürüklediği, uçları yerle bir olmaktan mahcup kirli duvağı gibiydi. Uçmadı.
Kısa kesenler dile geldi sonra, görmeden düşünen ve görüp geçirenler. Akıl vermeye başladılar. Geç kalmışlardı. Ne görüp geçirmeleri ne de öngörüleri için çok geçti. Belki bu yüzden hiçbir çocuk mutlu büyümedi. Kirlenen duvaklarıyla, uzun dar yollara çıktılar o dar kapıdan.
Yaşadığı şeyi dile getirmeyi hayasızlık, tutarsızlık olarak görenler vardı bir kapının ardında. İçten içe bir daha olsa, bir daha yapan düşleri, geceleri yıldızlara ağlayıp günah çıkardılar. Düş kurbanları, sadece uykularında gülümsedi bu yüzden. Uyandıklarında utanıp utanmadıklarını hep merak ettim. Toprak anayla örtülüydü insanlığın tüm utancı. Bu yüzden herkes birer gömücüydü, o kapının ardında.
Bir kapının ardında ölümden korkacak kadar yaşama alışmayan, o kadar alçaldığını düşünmeyenler vardı. Her şeyi kabullenenler ( sözde yaşamak adına ) dahil her şeyi reddetmiş, teslim olmanın verdiği korkuyla cesaretlerini besleyenler vardı. Bu cesaret sadece reddetmeye yetmişti bu yüzden. Her yer, herkesin içinde herkes gibi yaşamaya mecbur kalmamak adına daha fazla sevemeyenler, hayal kuramayanlar, koşmaktan çekinirken insan içinde yürüyemeyenlerle doluydu artık .
Yaşlı bir dut ağacının altında duran bir kapının önünde durdum. Düşmüştüm o ağaçtan. Kardeşim için tırmanmıştım. Bayramlık kıyafetlerimi, örülü taşların etrafına çevrili dikenlerine takıp yırtmıştım. Düştüğüm yerden yukarı bakarak, bir dut ağacı ne kadar değerli olabilir diye düşünmüştüm. Dikenlerle çevrili bir dut ağacı, kanla kaplı bir çocuk yüzü… Saçlarımda çiğnenmiş bir parça hamur. Düşününce, eski usul yara kapama yöntemleri kalmadı artık.
Dünyaya orada, bir yerde açıldım.
O yolculuğun tiksinmesinden yüzümde çıkan alerji kızarıklığını unutmuyorum. Sabaha dek kaşımaktan kan içinde bıraktığım yüzüm, ilk defa evime o kadar uzaktan bakıyordu. O zaman kaldırmıştım ülkenin peçesini. Şehirlerine erkek isimleri verilmişti, şehirlerin caddelerinde öldürülen kadınların resimleri. Ülke, ülkenin şehirleri, şehirlerin caddeleri kan içindeydi. Eşikler girmişti araya. Kadın oluşumun ilk hatırlatıcısı, kırmızı bir iki damla damlamıştı kapının eşiğine. Eşikten sokağa, sokaktan caddeye sızmıştı. Kadınlığımın ilk kanı, ayıpların örtüsü altında, toprağa karışıp da insan içine karışamamıştı. Biliyorum artık, yeryüzünün en geniş caddesine yazılacaktı adım ve ne yazık ki eski usul yara kapama yöntemleri o zaman da olmayacaktı.