Deniz’in Kokusu

Deniz’in Kokusu

Durduğu yerden, kara bir şerit ile ayırmış hayatını. Sınırın hangi tarafına oturmuştu bilmem ama eskimiş şapkasını çıkarıp eski bir dostu buyur eder gibi yanına oturttu. Kestirdiği tutam saçını ellerinin kir soğuğu soluğundan geçirerek içine bıraktı. Hala köklerine bağlıymışçasına canlı, parlak, dalgalı… Gülümsedi, kendinden koparıp bıraktığı bir şeylerde bir yaşamın devam ettiğini düşünür gibi. Her şeyini tıka basa doldurduğu bavulunu sağ yanına alarak, bir duvara dayanır gibi yaslandı. Gözleri, ayrıldığı kent vardığı kente küskünmüş gibi bakıyordu kaldırım taşlarına. Kaldırım taşları bundan habersiz, kendisi gökyüzünün az sonra yapacaklarından. Haber vermeyi görev bilerek (meraktan) yanına vardım. Burada oturmanız sizin için birazdan hiç iyi olmayabilir deyiverdim. Hava durumundaki spikerden, sağanak yağmurun geleceğini duydum, gökyüzü şahidimdir dedim ve gülümsedim göğe bakarak.

Bir damla ardından ikinci üçüncü damla, toz kokusu. Yağmur durana kadar, masamı paylaşabilirim dedim. Çekingen bakışlarıyla; ‘’Sevinebilirim.’’

Ceketinin sağ cebi aşağı sarkıyordu otururken.

Bavulu ve şapkayı almayı sonradan akıl edecekti. Şapkanın içinde biriken suda saçlar, henüz tutulmuş balıklar gibi dans ediyordu. Başında kalanlar cansız ıslak alnına yapışmış, kaşları çatık, yüzü yere dönüktü. Bavulunuz dedim gülerek. Şaşkınlıkla dönüp aldıktan sonra masanın altına yerleştirmeye çalıştı. Ceplerini yokladı, aradığını buldu mu bulmadı mı bilmem. Arkasına tam yaslanacaktı ki duraksayarak, elini uzatıp ‘’tanışmadık kusura bakmayın’’ diyebildi. Elleri kirliydi ama bembeyaz teni canlıydı hala kara kirin altında, ak ak benek benek, genç bir kadının beyaz puantiyeli pamuktan siyah elbisesi gibiydi elleri.

Ellerin adı Yaşar’dı.

Yaşar ile artık tanışmıştık. Yorgun yüzü, kıvır kıvır saçlarının ağarmış birkaç teli, bavulu tüm zamanların kederinin toplamıydı.

Gidecek bir yerin var mı Yaşar? Ya da geldiğin yer neresi bakalım ? dedim gülerek. Durdu, donuk bal rengi gözleriyle. ‘’Durduğum yer şimdilik burası… ‘’ Bulutlar o an bir şimşeğini de zihnime çaktı, gecikerek. O gün, o an soracağım en son şey, geldiğin yer neresi sorusuydu sanırım. Kabalığıma nezaketiyle cevap verdi dalgayla karışık. ‘’Ocaktan gelirim ben, ocaktan yedim ekmeğimi, ocakta yitirdim sevdiklerimi. Şimdi de burada dururum… Sen sormadan söyleyeyim, ekmeğimi yoklamaya geldim bu koca şehre.’’ Yaşar yine suskun. Aslında çok merak etmiyormuş gibi davranırım umuduyla, bir yudum aldım çaydan. Yaşar’a da söyledim. Çay, iç ısıtır dedim. Gözlüğünü burnunun üzerinde düzeltirken gülümsedi. ‘’Hani söz olsun diye sordum işte, çenesizim biraz kusuruma bakma. Yağmur durur umarım.’’ ‘’Sorun değil, masasına ansızın oturduğum bir kadına kızacak değilim.’’ Çayından bir yudum aldı. ‘’Ben dedeler ocağından gelirim, Horasan Erenlerinden, Kara Pirbat ocağından. Önce Ağrı’ya vardık, ilkokulu orada bitirdim ama gel gör ki, geçe göçe Zonguldak’a vardık. Babam orada madende, kömür ocağında çalışmaya başladı. Çalıştı çalışmasına ya her göçenin olduğu gibi, hiçbir şey onun umduğu gibi olmadı. Annem arada evlere temizliğe giderdi. Ben de Deniz’e hatırladığımız ama unutmaktan korktuğumuz Ağrı’yı, ilk vardığımız yeri anlatırdım. Hatırlamasına rağmen abartarak yaptığım tasvirleri tekrar yaşamak istercesine gözleri dolu dinliyordu. Deniz’i en çok o oyunlarımızda mutlu olarak anımsarım. Daha çok küçüktü Deniz, çok güzel bir çocuktu, görmeni isterdim.’’

‘’Bir gün çöktü ocak, babam da orada çöktü gitti. Sağ kaldı ama ölen arkadaşlarının ardından yapamadı, çalışamadı. Küçük bahçemiz vardı onunla ilgilendi, avlumuza bir ağaç dikti. Ben ve Deniz çalışmaya başladık kömür ocağında. Başka iş de bulabilirdik ama işte… Babamın başarısız denemelerinden korkarak biz de hep korktuk göçmekten, başka bir kente.  Bu yüzden ben vazgeçtim ama Deniz gitmeye devam etti Ağrı’ya, Dağı’na. Her dönüşünde bir macerasını anlatırdı bana. Şimdi düşünüyorum da eski zamanı, çocukluktan yoksun oluşumuz, yoksulluğumuzun yanında pek bir şey ifade etmiyormuş.’’ Gözleri kan çanağına döndü Yaşar’ın. ‘’Şimdi o yoksul günlerin tadı nerede gizlidir, hangi canavarın dişinin kovuğuna takılı kalmıştır bilmiyorum… Sen bilebilir misin?’’

‘’O zamanlar, benim yiyemediğim en güzel yemeğin tadı kadar güzeldi. Ben o yemeği annemin elinden hiç yiyemedim…’’

Uzun bir süre sessiz kaldık. Soğuk havanın sesinden başka ses yoktu. Rüzgar esiyordu. Yaşar rüzgarın yönüne doğru devam etti, sanki o rüzgar esmese hiç konuşmayacak gibiydi. Ya da o konuştukça rüzgar esiyordu bilmiyorum. Bildiğim tek şey, Yaşar’ın günah çıkarmak istercesine, yeryüzündeki son papazı bulmuş gibi  her şeyi anlatmak istemeseydi.

Aklına geldikçe sıralıyordu günahlarını. Bense sessizce başımı sallayıp, dudaklarımı ısırıp duruyordum.

‘’Ben dayanamadım, okumak istiyordum. Nasıl okuyacaktım ki ? Büyük çalışır, küçük okurdu çünkü. Yine de sonunda okudum. İnatçıydım. Deniz çalışmaya devam etti. O benden inatçıydı. Ne yaptıysam okumadı. Ben liseyi bitirdim, o çocukluğunu… Hiç öyle büyüyen bir çocuk görmedim daha. Bir keresinde Ağrı nasıl dedim gülerek. ‘’Gitmiyorum artık abi.’’ ‘’Niye oğlum, sen mutlu olurdun? ‘’ ‘’Yoruluyorum abi, hiç takatim kalmıyor. Unutuyorum galiba artık…’’ Deniz günden güne böyle büyüdü. Avurtları içine göçtü, boyu uzarken kilo verdi, parmakları uzadıkça karaya çaldı. Deniz’in bıyıkları, sadece iş dönüşlerinde, yüzünü yıkadıktan sonra terlerdi biliyor musun? Hala çocuk olduğunu o zaman hatırlardım, kendimden utanırdım. Kömür kokardı kardeşim, çok güzel kokardı… Maskeyle de hiç görmezdim onu, kızardım bu yüzden. ‘’Herkese maske vermiyorlar abi, napayım herkes benim gibi, bir şeycik olmaz merak etme sen’’ derdi.

‘’Yüksekokulu kazanınca epey uzağa düştüm. Her fırsatta eve gittim. Deniz’in iş dönüşüne denk geldiysem sarılmazdı bana. ‘’Aman abi hiç sarılma, bir banyo yapayım öyle.’’ En son gidişimde, onu daha zayıf, halsiz gördüm. Sonu gelmeyen öksürükleri uyutmazmış kimseyi. Annem fısıldadı mutfakta. ‘’Konuş oğlum, ben ne desem boş. Bir doktora gidelim.’’ Suçlu bendim gibi boğuldum, ses edemedim. Döneceğim gün onunla uyandım, kapıda birbirimizi uğurladık. Her zaman neşeliydi Deniz. Avludan çıkarken gülerek, ‘’Hadi ulan bitir artık şu okulu, ben bitmeden.’’ dedi. Kapının eşiğinde öylece kaldım. O gülüşü, onu çocukluğunu sakladığı derin çukura götürdü ama ben o avludan öteye gidemedim. O gün o avluda okulu bıraktım. Akşama kadar Deniz’i bekledim. Artık sıra bendeydi, tükenme zamanı şimdi benimdi. Bekledim. Uyumuşum somyede, akasya ağacının altında. Annemin feryadıyla uyandım. Deniz gitmişti. Çocukluğunu sakladığı yerde, un ufak olmuş bedeni…’’

Yaşar yine sustu, yutkunamadı. Ceplerini yokladı, aradığını bulup bulmadığını yine anlamadım. Gitmek için ayağa kalktı. Peşinden gittim. Şapkasını kolunun altına aldı. Öldü tüm balıklar… Peşinden gittim. İyice ıslandıktan sonra, bana gelmesine ikna ettim. Temiz bir havlu verdim banyoya girdi. Ben de şapkasını aldım elime, ölü balıkları temizledim. Ceketine ilişti gözüm, bir banyo kapısına baktım bir ceketin ağır cebine. Cebini Yaşar gibi dışarıdan yokladım, taş gibi bir şeydi. İçine daldırdım elimi. Büyük bir kömür parçası çıktı cebinden. Korktum. Koltuğa düştü. Cebine koymaya çalışırken göz göze geldik. Bir elimle mahcup olan diğer elimi temizlerken başımı kaldıramadım. Öfkelendi Yaşar. ‘’Öyle kolay geçmiyor kömürün karası. Büyüklerine sor, onlar bilir kömür lekesinin candan nasıl çıktığını! ’’ Hiçbir şey diyemedim. Yaşar’ın bütün günahları benim olmuşlar gibi ağırlığı altında ezildim.

Duruldu sonra. ‘’Kusura bakma, sen de haklısın merak etmekte, deliden ne farkım var. İşte … Deniz’in kokusunu almak için arada… Neyse anlamazsın belki ama iyi geliyor işte.’’ Kömür parçasına tüm nefesiyle üfleyip, temizleyip cebine bir dünya varlığı sığdırır gibi sığdırdı, narin, tüm ciddiyetiyle.

Ceketini giydi, sağ yanı kömür çekiminde daha aşağıda. Şapkasını geçirdi başına. Durdu kapının eşiğinde. Bu kez ben o kapının eşiğinde kaldım Yaşar’ın arkasından. Dudakları en buruk yerinden gülümsemeye çalışırken yine cebini yokladı. Hala o gülüşün onu nereye götürdüğünü bilmem.

Yağmur başladı.

Bir damla ardından ikinci damla üçüncü damla, kömür kokusu…

 

Son Yazılar