Ölümü Bozan Anahtarlar

Odamın kapısını kilitleyerek daha ne kadar sıkabilirim alt dişlerimi? Bu sorunun birden fazla cevabı olabilir, ki olmalı. Kişiden kişiye, izafi. Ancak bu soruya nasıl cevap verileceğinden ziyade, niçin sorulduğu önem arz ediyor şimdilik; çünkü öylesine sorulmadığı bir gerçek, öncelikle bunda anlaşalım istiyorum. Bilmem şehrin kaçıncı maddesine göre yeni baştan konuşabiliriz muğlaklığımızı. Tarihten ders almak fıtratımıza ters nihayetinde. Kanımızın damarlarımızda boşuna horlamasını başka neyle izah edebilirdik yoksa. Ben yaptım. Ben yemin ettim. Geçmişi değiştirebilir miyim? Gelecek şu an beni pek ilgilendirmiyor desem de gelecek gelecektir. Dedim. Dediğim dediktir. Ölüm kadar kesin bu. Şöyle bir duvar görsem de yaslanıp düşünsem bu yargının iflahını, uzun uzun. Geciktim fakat, söylenmesi gereken sözlere.


Anahtar kapıda ve kapı kilitli.

Yola devam edelim, madem yola çıktık. Islık çalarak. Sırtımız güvende, duvarı bulana dek. Sonrası gelecek ve bu da bizi aşıyor. Ben demeliyim belki de burada. Buradan başlamalıyım ya da sözlerime. Demek istediğim, geçmiş yazdıklarımın içinde. Elimin tersiyle ters köşe de edebilirim kahrımı. Korkmadığımızın altını betimleyerek kalın çizgilerle hem de. Sebebi olmalı bunların. Geçen pazar, amcamın hiç görmediğim oğlu bir trafik kazasında öldüğü haberi gelince, ölümün evimizin yakınına kadar yaklaştığı hissine kapıldım elimde olmadan. Kapı kilitliydi ya kulaklarım çarpıldı. Kapıların kilitli olması istemediğimiz ağrıları hissetmeyeceğimiz anlamına mı geliyor? Ölümün insanın şah damarından bile daha yakın olduğu hakikatini görünür bir noktaya asalım: Döngü. Kısır. Ölüm karşısındaki mahcubiyetimi bir kez daha öğrenmiş oldum bu ağrı vesilesiyle. Ağzımı o meşhur iki kelimelik yargıdan arındıramadım. Ne yazık ki böyle durumlarda kelimelerin kifayetsiz kaldığı, -metin olmak dahildir buna– derinliğini kaybettiğini her defasında hayat öğretiyor büyük bir hayranlıkla. Biz âdemlere. Bu da ölümün biz yaşadığını sananlara en büyük intikamı olsa gerek. Bu yazdıklarımı okumadan zarfı açmamalıyım belki de.

Oku.

Bir pazar sabahıydı ve ben bir kez daha ölümün ayak seslerini işitiyordum. Zaman zaman karanlık sözlere maruz kalan damarlarım, neden bir türlü uslanmıyordu. Eksik giden bu vaziyeti daha ne kadar iteleyecektim öteye. Kendimi bilmenin zaafına kapıldım da benim haberim mi yoktu bundan.

Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin. Mi?

Kapat zarfı ve damgala.

Niyetim sizlere bilmediğiniz bir ölümün anahtarını vermek değil elbette. Kaderin karşı konulmaz gücünden dem vurmaya da vaktimiz yok. Varız biz, kim olduğumuzun ne önemi var. O halde bu otobandaki nümayiş niye?

Camın arka tarafında uykuyu bölen davul. Davulcunun geceye olan inadı. Sokaktaki böceklerin bıyıkları. Pidelerin geleneksel kokusu. Ramazan ayının gelişi, beni tedirgin eder her daim. Ne yapacağımı bilememenin endişesi beni zorlasa da kapıların gıcırdamalarına katlanabilme cüreti gösterebiliyorum. Sonra gelir, biter. Bayram telaşı başlar bu defa. Nerede o eski bayramlar, deyişi cama vurur. Cam açılmıyordur artık eskisi kadar. Eskici.cii.ci. Odada saklı eskiler. Sepya fotoğraflar. Tülbentler. Tahta taraklar ve şeyler. Aslında değişen bir şeyler olmuştur. Ama değişen dönüştüğü şeye ne kadar yabancı?

Şey.

‘’Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan’’ derken bile kulağım kapıya kesiliyor çoğu defa. Gelenler kimler? İçimizden birileri olsa da emin değiliz. Bilmekten bu kadar kuşkuluysak bırakalım kalbimiz kendini ikna etmeye çalışsın. Zırvalıkların arasında terennüm etmeye ne hacet. Kapıların neden sürekli kilitli oldukları meselesine gelelim biz. Anahtarın ne zaman icat edildiği elbette önemli; neden kilitlendiği ise vahim Elbette içimizden olan birilerinden bazı kusurları saklamak veya o birilerinden o kusurları örtmek içindir tüm çabamız. Fakat biz ne kadar istemesek de, sakladıklarımız açığa çıkıyor, seriliyor sofraya. Alıştık nihayetinde bu odacığın köşesine. Hatta artık kilitlemek yetmiyor, kapıda birilerini bırakmak elzem, ancak o zaman kendimizi murdar hissetmiyoruz. Ne saçma.

Peki kapıları kilitleyerek daha ne kadar kullanabiliriz anahtarları. Bu bizi güvende hissettse de kafamızı bulandıracak kadar değil. Bunlar dışımızdaki kilitlenmesi meşhur olan detaylar, ya içimizdeki kapılara ne yapacağız? Kulaklarımızı kapayarak sesi kısılan çocuklar ve sokakların çığlıkları. Tahta merdivenlerden dama çıkmak, kuşların damdan düşüşünü izlemek… Öldürmenin bir kuralı olmamalı. Öldürmek her zaman zaaf meselesidir ve son verilmeli buna. İlk aklıma resmi anlaşmalar ve haram aylar geliyor hemen. Söylediklerimin tarihteki yeri nedir ve ben diyemiyorum; ama tiksindirici. Tarihi yargılamak da istemem.

Tarih nedir?

Tarih yerin dibinde can çekişmekle meşgul bir ceset. Ektikleri önünde, yemedikleri sofrada. Ders almaksa hiç dert değil. Geçmişi yad ederek feryat figan yapmanın bize faydası da manik depresif zirvesi zira. Tahrik eder. Her defasında dışa doğru akar ve devam eder kısır döngü. Edilen tövbelerin puta dönüşmesi gibi. İç kanamalı bir diş çürüğü.

Son Yazılar

Harun Aktaş Yazar:

''Toparlanın gitmiyoruz''