Artık yaşatma zamanı gelmedi mi?

En büyük hayallimizdir bizim askere gitmek, vatan için görev yapmak ve nasip olursa şehit olmak.
Küçüklüğümüzden beri bu hikâyelerle büyüdük biz.
Vatan için ölmek gerek fikri o dönemden kazındı dimağlarımıza.

Ama bize hiç kimse vatan için yaşamanın da gerekli olduğunu söylemedi. Vatan için yaşamak, o vatan içerisinde yaşayan vatandaş için, koskoca tarihe sahip olanlar için yaşamak gerektiğinin farkına biz varamadık.

Biz küçüktük aklımız ermedi bizden büyüklerin de bunu söylemeye gücü yetmedi.

Vatan, bayrak bizim namusumuzdur uğrunda ölelim öldürelim bundan bir nebze dahi geri durmayalım ama günümüz dünyasında savaşlar ölmek ya da öldürmek üzerine değil.

Günümüz dünyasında savaşlar var olmak ya da yok olmak üzerine şekilleniyor. Bu var olup ya da yok olmak ise topla, tüfekle değil fikirlerle ve üretimle gerçekleşiyor. Yeni fikirleriniz, beyinleriniz varsa ve menkul kıymet üretebiliyorsanız var olabilirsiniz onun haricinde var olduğunuzu sanmaktan öteye geçemezsiniz.

Tıpkı hayatımızı olduğu gibi düşüncelerimizi, fikirlerimizi de gelişen ve değişen dünyaya entegre etmemiz şarttır.
Elin oğlu aya gitti derler. Artık dilimize yerleşmiş bir deyimdir bu. Ama elin oğlu hakikaten aya gitti. Hem de ta 50 sene öncesinde.

Peki, nasıl gitti? Bir gün uyandığında kapısının önünde bulunan uzay mekiğine binerek değil, ömrünü laboratuvarlarda geçirerek gitti elbette.

Beşeri olan en iyi sistem bile miadı dolduğunda iflas etmeye mahkûmdur. Sistemlerin iflas etmemesi için çağa uygun hale getirilmeleri şarttır. Aksi durumlarda ise sistem içindekileri de yutarak yok olmaya mahkûmdur.
Temel sorunumuz olan eğitim meselesi maalesef hala bir sistem haline gelememiştir.

Osmanlı devletinin son dönemi de dâhil olmak üzere bozulan ve yozlaşan eğitim kurumumuzda bir sürü teknik denendi, farklı yollar izlendi fakat ne yazık ki eğitimimizi sistem haline getiremedik.

İlk ve ortaçağlarda devletlerin dayandığı tek güç askeri güçleriydi ve asker sayısı ülkeler için hayati öneme sahipti. Bu yüzden ortaçağdaki devletlerin asıl amacı halk içerisinden mümkün olan en yüksek miktarda şövalye, savaşçı çıkarmaktı. Eğitim sistemleri de bu doğrultudaydı.

Devir değişti, artık devletlerin var olması asker sayısına göre değil, bilim ve fikir adamlarına göre değişiyor. Fakat biz hala çocuklarımıza vatana ve millete hizmet etmenin tek yolunun asker, polis olmaktan geçtiğini aşılıyoruz. Onlara bilim adamlarına, fikir adamlarına ne kadar ihtiyacımız olduğu gerçeğini bir türlü itiraf edemiyoruz.

Örneğin; 1.ve 2. Dünya savaşlarından yenik çıkan, ikiye bölünen sonradan birleşen ve bir sürü çalkantılı dönemden geçen Almanya’nın bugün dünyanın 4. büyük ekonomisi olması tesadüf değil sistem işidir.

Alman sistemi Almanya’da yaşayan 3 milyon Türk’ten onlarca dünyaca ünlü futbolcu çıkarırken bizim 80 milyonluk ülkemizden çıkanların sayısının bir elin parmaklarını geçmemesi her alanda sistemin önemini gözler önüne sermektedir.

İhtiyacımız olan sistem, milletin evlatlarını ortaçağ ürünü bir eğitim sistemiyle eğitip sonra üniversiteyi bitirip işsiz kalınca, ihtisas alanını dikkate almadan polis, asker yapan bir sistem değil, aksine her çocuğu kendi istidadına göre eğiten, balığı kavağa çıkmaya zorlamayan, çocuklarımıza düşünmeyi ve konuşmayı öğreten bir eğitim sistemidir.

Şimdi sormamız gereken temel soru şudur: Biz bu millet için hep öldük gerekirse yine ölürüz ama bu milleti ve bu millet uğruna can veren yiğitlerin aziz hatıralarını yaşatmak için artık yaşama ve yaşatma zamanı gelmedi mi?

Belki de TV’lerdeki dönem dizilerinde yaptığımız şehitlik edebiyatına ve hamasete artık bir son verip meselenin özüne dönme zamanımız çoktan gelmiş ve geçmek üzeredir.

Son Yazılar

Onur Üzer Yazar:

Bir vatan evladı... Pa'13 Avrasya üniversitesi-mimarlık fakültesi