Nasıl geçecek dediğimiz o günler, geçti gitti. Gelecek sandığımızdan daha fazla yıprattı hıncımızı ve biz hâlâ direniyoruz ölüme. Başkaldırmak ise fıtrat gereği içimizde saklı. Böyle bilinmeli kederimizin akıbeti. Zamanı geldiğinde durdurmak güç hale gelse de durum bu maalesef. Bütün bunlara zamanı gelince ara vermeli. Hatta hiç vakit kaybetmeden ruhu arındırmalı şiddetli çapaklardan. Vakti gelip çattığında ise hoyratça indirmeli şartelleri. Başka şeylerin cirit attığı böylesine tamahkar bir zamanda kalk düğüne gidelim diyebilme cesareti göstermeli. Pespaye, ağızdan kaçmış bir sözden daha fazlasıdır aslında bu yargı. En başta söylemeliyim ki, düğünler bir toplumun sözlü alfabesidir. Tekrar edildikçe kalıplaşır, hız kazanır okunması. Kırk gün-kırk gecedir bunun en uzun mühleti. Masalların içindeki hakikatten payını alan malum çirkinlerden çok düğünlerdir. Kesin yargı belirtmekten memnuniyet duyduğumu sizlere hatırlatmayı şeref sayarım. Duyarım da sözlerim çarpıtılmaya müsait. Mübalağa edilmediği sürece müşterek bir yol bulunabilir; fakat neyi arzu ettiğimizi iyi bilmeliyiz, yoksa sonrasında kocaman bir hayal kırıklığına çarpabilir dilimiz. Bunu diyor ve şunu dahil ediyoruz söylediklerimize: Herkes kendi diline göre ağdalı konuşur ve dahil olur hazırlanan kalabalığa.
Nasıl giyindiğimizin, nasıl konuştuğumuzla benzer anlamlar çağrıştırması bu yüzdendir sanırım. Bazen anlaşılması güç hareketlerin dillendiği olsa bile asıl DÜĞÜN henüz yapılmadı!.. Şahısların düğünden sonra gideceği yer duvarlarla çoktan çevrilmiş nasılsa. Bunu bilmenin mahcubiyetiyle hazırlanılır düğüne. Kan karışır düğüne/beyaza. Bunu anlamak, anlamlandırmak da kravatlı bilirkişilerin lügatinde gizli. Bize düşen sahaya çıkıp duvara karşı fısıltıyla konuşmaktır daha çok. Suratımız ekşimesin yeter ki. Düğünde olduğumuzu kimse bilmese de olur zira.
Bu arada bazılarının ayakları hızlı akarken çembere, bazılarının kolları eşlik eder diline. Uzak-yakın tüm akrabaların amansızca cirit atma faslına geçiş yapılır. İçten münasebetsiz akrabalar dahil! Eşeledikçe yarayı kanatan bir meseledir bu durum. Tıpkı takı takma merasimi, ki bu fasıl konumuza dahil değil; ama gelenekten atılmalı. Tiksindiğin yahut öfkelendiğin kim varsa nasibine düşeni almakla mükelleftir. Aradaki bağ biraz da bu sayede kendi dengini buluyor aslında. Bir köyü ele geçirmek istiyorsanız ya düğünlerine veya cenazelerine gitmelisiniz. İnsanlığın nasıl özüne dönüştüğüne şahit olursunuz orada. Bir nevi aşkla ayin yapma biçimidir bu. Aşkla nasıl meşk edilir dersi verilir dahası. Tabi bu esnada kan davaları geçici olarak donar, hayvanlar en iyi şekilde beslenilir ve insanlar burada kendi çamurunu yoğurmakla meşgul olur, yani özüyle hasbihal eder. Çamura can verildi ve fışkırarak ruh, ait olduğu bedene uçtu. Hurafe gibi gelebilir insana, ama gerçek ne kadar uzak olabilir ki hurafeden. İçtenlik içe doğru akmaz her daim. Dışarıya doğru da bükülür. Tam da bu ahval ve şeraitte arındırmak gerekir. Pes etmeyip gerçeğe çaba harcayanlara da büyük vazife düşüyor zaten. Diğer bir ifadeyle öz ve töz meselesi.
Çocukluğumda yapılan düğünleri hatırlıyorum da ne çok yaşanmışlık varmış meğer. Büyükler bağırarak konuşurken bedenleriyle, biz çocuklar karanlığı saha edinerek saklambaç oynardık. Çocuklar büyüdükçe kirlenmiyor bu yüzden, kirliydik ve kalın kirliliğimizle dokunduğumuz noktaları da tıkadık. Bu yüzden ne yaptıysak silemedik alfabeden. İşte bu islerdir, o yıllara sürükleyen. Bilincimizin buradaki dinçliği hesaba katılmalı, yok sayılmamalı. Biz dolanırken ağrılarımızla, büyükler bir oyunun içinde kendi şiveleriyle konuşur renklendirirdi geceyi. Bir gece vakti uyanarak, kapıyı düğünü terk edenlere açmanın mecburiyetiyle yaşamaktır bunun adı. Edilen kavgaların hafızamızda açtığı derin yaraları yabana atmamanın hüznünü hakkıyla yaşamalı, ama orada bırakabilmeli. Bir düğünde kavga ettiğim çocuğun omzuma aldığım diş darbeleri öfkemi dindirmeye yetmiyor mesela. Acı çekiyor ama bağırmıyordum gururumdan. Mücadelede üstün olmama rağmen acıdan bağırdı denilsin istemiyordum. Öyle ki ne zaman hatırıma gelse, İsmet Özel’in şu dizeleri suratımı kanırtır:
‘’acılar çekebilecek yaşa geldiğim zaman
acıyla uğraşacak yerlerimi yok ettim.’’
Bunu bir iki cümleyle ifade etmem çok güç. Niçinleri üzerinde durmanın hiç kimseye bir faydası olmayacağı gibi bıktırır merak edenleri. Olanlar oldu ve bu olanlar bizimle birlikte ağır ağır vuruyor genzimize. Ama bu dizelerin damarlarımı kaşımaktan haz aldığını nasıl yorumlayacağım. Korkarım ki buna parmaklarım hazır değil. Sahiplendiğim günahların müşterek bir sesi aradığı gerçeğine mesafeli. Düğünlerde kasılmanın ve niçin orada bulunduğumun karmaşıklığını buna bağlayabilirim yalnızca. Mutlu değilsen de mutlu görünmek için orada bulunmalı nihayetinde. Sonra takı mı takılmalı? Çoğunluğun gönlünden geçeni değil, senin gönlünden geçeni dışa vurmaktır marifet.
Ve düğüne gittik; arkamızdaki cenazeyi unutarak.
***
resim: ulysses gaze:
http://1.bp.blogspot.com/-VPx-dwM7mjU/Tx9jkAjftVI/AAAAAAAAAS8/37jB1cKcn7s/s1600/weeoing+meadow.jpg