Filler ve Angutlar

Otobüsler, motosikletler ve iki ayaklıların arasından geçen tramvaylar kafamın içinde gıcırdıyordu. Güneş batmak üzereydi ve insanlar işten çıkmaya can atıyordu. Otobüslerin camları dünden daha buğuluydu sanki. Asık yüzleri. Yağlanmış bedenleri. Dikkatimi celbediyordu. Burayı yaşanılabilir bir yer kılmanın gururuyla yürüyordu herkes. Babam hâlâ yoktu görünürde ama. Orta sahadaki futbolcunun sağ ayak adalesinin yırtıldığını gururla aktarıyordu spiker. Lütfen spiker demeyelim diye düzeltiyordu kirli bıyıklı adam. Bir sonraki maça yetişmeliymiş. Teknik adamın adamlığını tartışmak enflasyonu konuşmaktan daha keyifli olmalıydı tahta masada oturanlar için. Kader maçıydı, boru değildi.

‘’su ve ateş ve toprak. ve rüzgâr.
ona kendimi sonradan ben ekledim’’

Kırmızı kart.

Hoppala. Bak’ıyoruz baka baka.

Oysa hakkı sarıydı. Eve gitme zamanı gelmişti belki. Karanlıkta kaybolmuş gibi aranıyordum, kimse yüzüme bakmaya tenezzül bile etmiyordu. Tiksinti verecek bir çirkinliğin azizliğine uğramışçasına tehditkar bakışlarla süzüyorlardı beni bazıları. Öyle düşününce zaman hızlı akıyormuş hissi alırdı beni. Bazı bazı keyfime diyecek yoktu. Başkasından bana nasıl bulaştığını anlayamadığım bu çirkinlikse, ileride tahmin bile edemeyeceğim kötü sonuçlar doğuracağını hissediyor olmam beni ruhsal olarak tedirgin ediyordu. Korkudan öte apayrı bir duyguydu bu. Daha açık konuşmak, kelimeleri alabildiğine özenle seçebilmek; bütün bunlar geçmişte yaptıklarımın doğru olduğunu, ya da ne bileyim işte keşfedilmek istiyordum. Düzensiz aralıklarla düzenli işleyen saatime bakıyordum; içimde zamanın tak tik sesleri yalnız olmadığımı hatırlatıyordu bana bir övünç edasıyla. Gerisin geri işleyen saatime ayak uydurmam için henüz çok erkendi. Ama gecenin en derin anlarıydı.

Goller art arda gelmiş ve annem on defa aramıştı.

Sokakta tek başıma miskin miskin dolaşıyordum. Hemen birkaç metre uzağımda sarhoş olduğunu sandığım bir adam, elindeki kartonu yere serip uzandı oracıkta. Sokakları kendine mesken edenlerden sadece bir tanesi olmalıydı bu kişi. Bekleyen sadece ben değildim demek ki. Yüzümü ele geçiren o yersiz gülümseyle birlikte adama doğru yürümeye başladım. Şehrin ortasında hiçbir şey olmamışçasına yaşamanın getirdiği bir zorunluluktan öte bir hayal ürünüydüm sanki. Ayaklarımın beni daha fazla mahcup etmelerine fırsat vermeden mani olmalıydım onlara. Durdum. Sigarasını yakmaya çalışıyordu adam, fakat rüzgar bu gayretini her defasında boşa çıkarıyordu. İşte fırsat bu deyip tekrar yürümeye devam ettim.

‘’Çakmak’’
‘’ Sigara’’
‘’Yakayım’’
‘’Yak’’

Parkasını bedenine iyice sarıp ısınmaya çalışıyordu bir yandan da. Artık beklemekten keyif almıştım. Adamın her davranışı buruk bir sevinç yaşatıyordu geceye. Ayakta durmamaya yeminliydi sanki gece. Gitmeliydim ben. Alacağımızı almıştık nihayetinde. Beklemeyi bilmeliydik sadece.

Ey Avrupa monşerleri, bizi bekleyin nidaları geceyi kaşıyordu. Adam taharet musluğunu açıp öylece kırıtarak yürüyordu:

parmaklarım uzun kulaklarımdan
dev değilim cüssem kalın
bu nasıl bir hor görme biçimi izah edemiyorum
veyahut filler ölür
ben yırtarım ölmekten
terk edilince yalnızca angutlar ölür

Son Yazılar

Harun Aktaş Yazar:

''Toparlanın gitmiyoruz''