Deli Aşk ve Rahip Moro*

Yine bir cumartesi ve tek başımayım. Alışılmışın dışında yeni bir şey yine yok anlayacağınız. Bir şeyler yapmam gerektiğinin dayanılmaz hafifliği içindeyim ama. Haftanın ağırlaştırılmış yorgunluğunu üzerimde hissediyorum az buçuk bir can sıkıntısıyla. Sakallarım geçen haftadan biraz daha uzun. Telefonumun şarjı bitmek üzere olduğu bir an. Kanımın açlıktan damarlarımı boğazlamasına ramak kaldığı bir koşturmanın içindeyim. Buna engel olmak için kendimi bir mekana atıyorum hemen.

Bu mecburi faslı hallettikten sonra Kaman kardeşlerinin ( Murat Emre Kaman ve Emrah Kaman) Deli Aşk’ın sinemalara düştüğünü öğreniyorum ve fırsattan yararlanıp sinema yolunu tutuyorum. Her şey plansız, kurgusuz yürüyor. Herkesin gözleri bendeymişçesine tuhaf bir sancı alıyor karnımı. Hayret ki ne hayret. Filmin fragmanından sonra kulağıma değen fısıltılara aldırış etmeden sinemia kartımı gişedeki fosforluya uzatarak bir bilet rica ediyorum. Artık bütün deliller elde şairin deyimiyle. Salonda azınlık denecek bir sayıya sahibiz. Can sıkan reklamlar dönerken saymaya başlıyorum seyircileri: Sağım solum, önüm arkam sobe. On kişi. Rakamla 10. Yine de pesimist düşüncelerden arındırıyorum kafamın içini. Yanılmak istiyorum. Yanıltsınlar istiyorum. ‘’Fragman kötüydü evet, alın size sürpriz’’ diye haykıracakları temennisiyle kendimi beklemeye ikna ediyorum. Derken perdeye daha önce yalnızca filmlerinde alışkın olduğumuz CMYLMZ Fikir Sanat logosu yansıyor. Bir nebze olsun içimi ferahlatıyor; çünkü hiç tasalanma, arkana yaslan ve filmin keyfini çıkar güvencesi demekti bu aslında. En azından benim için. Ben bu filmin müteselsil kefiliyim demekti diğer bir deyişle. Elimde başka sebep yok şimdilik. İyi de kimden bahsediyoruz? Nam-ı diğer Cem Yılmaz’dan elbette. Koltuğuma serilip derin bir nefes alıyorum, dediğini yapıyorum şüphesiz. Dakikalar sonra bir pişmanlık alıyor ayak parmaklarımın arasını. Boşuna bel bağlamışım. Anamın gitme oğul, pişman olursun haykırışını kulak vermediğimden manidar bir dokunuşla başımı kaşıyorum. Çıksam bir dert çıkmasam baş dönmesi. Sebat ediyorum. Sebat etmek şeytana laf dinletmekten daha meşakkatli nihayetinde.

‘’Gayret ettim ve sövüm
Bu da geçti polis kayıtlarına’’
İsmet Özel.

Vaat edilenin aksine orijinal bir senaryo ortalıkta olmadığı gibi lümpen bir komedi türünden öteye gitmiyordu perdede izlediğimiz görüntü. Tempo düşük olmakla birlikte sıkıcı bir vaziyette ilerlediğinden, göz kapaklarım da yorgunluğumu fırsat bilip savunmaya geçiyor. İyi de benim göremediğim, bilemediğim veya anlayamadığım bir mizah mı vardı? Esas çocuğun (Ekrem) kendisiyle çelişmesi bir yana, bütün yan karakterlerin (tip) kukla misali abartılı oluşunu, hadi artık gülün ey seyirci! diye kendilerini yırtmaya çalışmalarını gülünç (trajikomik) bulduğumu söylemeliyim. Maalesef. Zafer Algöz’ün harikûlade performansını es geçmememiz gerektiğine mim çekerek ama.

Romantik komedinin nev-i şahsına münhasır olarak karikatürize edilmiş bir halidir deyip öylece izlemek mi lazımdı acaba. Bu yönüyle kardeş payı, işler güçler(kamera teknikleri dahil) dizilerini hatırlatmakla kalmıyor, oradan fırlamış bir görüntü çiziyor Sözde Adanalı dondurmacı Ekrem. Hadi diyelim bu mümkün. Ekrem’in diziden kaçıp bu filme yamandığı gerçeğini n’apacağız. Yok yok göz kapaklarım beni kalkmaya itiyor. Direniyorum. Mezkur dizilere pek de alışkın seyirciler için aranan kan aslında. Burada da hemfikiriz.

Ya diğerleri için, yani bizler?

Sonra Türk sinemasının gişe rekortmeni filmlerinin esas çocuğunu çağrıştırdığı gerçeğini nasıl görmezden geleceğiz peki: kaba ama âşık, şapşal ama yalancı, kurnaz ve bencil vs. Hatırlayalım: Buradaki ivedi çocuğun sevgilisinin kalbini kazanmak için verdiği mücadele ve bu minval üzere başına gelen komiklikler. Deli Aşk’ta da Ekrem’in buna benzer munzırlıkları eşlik ediyor. Daha fazlası varsa o da Cem Yılmaz’ın psikolog rolünde olmasıdır. Açıkçası o bile filmi arındırmaya yetmiyor; çünkü hikayenin sınırları belli, çember daraldığından nefes almak güç hale geliyor. Yardım dilediğimiz oyuncu bile gözlerimizi ovuşturacak kadar dağıtmadıysa dikkatimizi bunda bizim suçumuz ne? Hepimiz değil, siz suçlusunuz. Bir suçumuz varsa o da sinemaya gitmektir belki. Bu da bize en büyük cezaydı zira.

Mesele bizim mesele.

Finaliyle ‘’Selvi Boylum Al Yazmalım’’ın , ‘’Sevgi neydi? Sevgi iyilikti, sevgi dostluktu, sevgi emekti.’’ temel felsefesini anımsattı. Ve Ekrem, sevgi yerine emeği (Zeynep) seçiyor. Seyirci olarak Zeynep’in arkasındaydık zaten, dürüstlük kazandı nihayetinde.

Bu arada, Kaman kardeşlerinin elinde Cem Yılmaz’ın acaba kaseti mi var, diye bir soru kafamın içini kurcalıyor, yoksa ne diye böyle bir filmin yapımcılığını el atsın ki. ki… Deli olmak için başlıca neden. Deli Aşk. Pek de manidar aslında. Kendilerince muhakkak mantıklı bir açıklaması vardır, o yüzden burası bizi pek ilgilendirmiyor desem de ağzımdan çıkıveriyor. Ama ortaya çıkan ürün bu, ağzımızı kapayamazdık.

çünkü haklıyız.

Kaman kardeşler, Coen kardeşlerinin isim benzerliğinden başka nedir? Keşke yalnız bunun için sevseydim sizi.

Rahip Moro mu n’oldu? Öldü. Öldürdünüz.

Son Yazılar

Harun Aktaş Yazar:

''Toparlanın gitmiyoruz''