Hak Mücadelesi Mi Popüler Kültür Mü?

Bir erkek olarak kadınlar günü hakkında “ahkâm kesmek” sanırım klişeden öteye geçmeyen bir durum. Lakin son zamanlarda “popülerleşen” bu gün hakkında içimdekileri yazıya dökmek de boynumun borcu. Mesele şu ki, kadınları sadece bir güne indiriyoruz. Daha da kötüsü ise “kadınlarımızı sevelim” derken yine kısır döngüye giriyoruz. Sevgi sözcüklerimizi söylüyoruz ve albenili mağazalardan hediyelerimizi alıp günü tamamlıyoruz. Ertesi gün bizden istenilen harcamaları yapmanın “vicdan rahatlığı” ile hayatımıza aynı tas aynı hamam devam ediyoruz. İçinde bulunduğumuz dünyada paraya çevrilemeyecek şey var mıdır diye düşündüm de, ölüm dâhil paraya çevrilemeyecek hiçbir şey yok. Düşünsenize, cenaze masrafları diye bir kavram var. Her neyse konumuz tabii ki kadınlar, kadınlarımız.

Televizyonlarda, alışveriş sitelerinde, sosyal medyada ve bilumum mecralarda coşkuyla kutlanılan kadınlar günü nasıl başladı hiç merak ettiniz mi?

Tarihler 8 Mart 1857’yi gösterdiğinde ABD’nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Buraya kadar her şey “normal”. Haklarını arayan insanlar var ve hakları için seslerini yükseltiyorlar. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, sonrasında da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması nedeniyle 120 kadın işçi can verdi. İşte bu olay adeta bir dönüm noktası oldu. İşçilerin cenaze törenine 10.000’i aşkın kişi katıldı.

1910 yılında Kopenhag kentinde Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart’ın Dünya Kadınlar Günü olarak anılması önerisini getirdi ve öneri oybirliğiyle kabul edildi.

İlk yıllarda ilkbaharda anılıyordu. Tarihin 8 Mart olarak saptanışı 1921’de Moskova’da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda gerçekleşti. İsmi de “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak belirlendi.

Birinci ve İkinci Dünya Savaşı yılları arasında “bazı ülkelerde” anılması “yasaklanan” Dünya Kadınlar Günü, 1960’lı yılların sonunda Amerika Birleşik Devletleri’nde gerçekleşen çeşitli gösterilerde anılmaya başlandı ve Batı Bloku ülkelerinde daha güçlü bir şekilde gündeme geldi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılmasını kabul etti. Neredeyse bir asır sonra, kadınlar seslerini “resmi” olarak duyurabilmişti.

Esas ilginç noktalardan biri ise Birleşmiş Milletler’in resmi internet sayfasında, günün tarihine ilişkin bölümde kutlamanın New York’ta ölen kadın işçilerin anısına yapıldığının yazılmaması. Sanırım çok da önemli bir mevzu değil ki “ekleme zahmetine” bile girmemişler.

Türkiye’de 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanmaya başlandı. Zaten sonrasında da kadınlarımız 1930 yılından itibaren çıkarılan bir dizi yasa ile önce Belediye seçimlerine katılma hakkını, daha sonra köylerde muhtar olma ve ihtiyar meclislerine seçilme hakkını aldı. Milletvekili seçme ve seçilme haklarını ise 5 Aralık 1934’de Anayasa ve Seçim Kanunu’nda yapılan yasa değişikliği ile kazandı. Atatürk’ün kadınlarımıza verdiği değer açısından bu gelişmelerin çok önemli olduğunu ısrarla yazmak istiyorum buraya.

Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı programından Türkiye’nin de etkilenmesiyle, 1975 yılında “Türkiye 1975 Kadın Yılı” kongresi yapıldı. Fakat 12 Eylül Darbesi’nden sonra cunta yönetimi tarafından dört yıl süreyle herhangi bir kutlama yapılmasına izin verilmedi. 1984’ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” kutlanmaya devam ediyor.

Günümüze gelelim.

BM verilerine göre dünya genelinde çalışma yaşındaki kadınların sadece yarısı işgücüne katılıyor. Kalan yarısı ise “erkek eline” bakıyor.

Dünya genelinde çiçek satışlarının 8 Mart ve öncesindeki birkaç günde neredeyse iki kat arttığı belirtiliyor. Peki, birkaç gün sonrasında satış grafiği nasıl ilerliyor? Kimin umurunda? Çiçekler satıldı zaten.

ABD’de Trump karşıtı kadın protestolarını organize edenler şimdi Dünya Kadınlar Günü’nde tüm emekçi kadınları iş bırakma eylemlerine çağırıyor. Eylemin amacının “Kadınların hem Amerika’daki hem de tüm dünyadaki ekonomik gücünü göstermek” olduğu vurgulanıyor. Aklıma nedense birden bire Cicero’nun “Cui bono?” sorusunu sorarken takındığı yüz ifadesi geldi. Neyse konumuz kadınlarımızdı. Devam ediyorum.

Eylemcilerin çağrıları şöyle:

  • İşe gitmeyin.
  • Alışverişe çıkmayın.
  • Sadece kadınların işlettiği küçük dükkânlara gidin.
  • Dayanışma için kırmızı bir şeyler giyin.

İlk üç maddeyi anladım ama neden kırmızı? Serbest çağrışımların zihnimde dört dönmesi neticesinde aklıma Matrix filmindeki Kırmızı Kadın geldi. Ama tabii ki saçmalıyorum kusuruma bakmayın.

Biraz da ülkemize bakalım.

TÜİK’in 2015 yıl sonu verilerine göre Türkiye’de 25 yaşının üstündeki 100 kişiden 5’i okur yazar değil. Ancak bu oran cinsiyet olarak ayrıştırıldığında 25 yaşından büyük 10 kadından 1’inin okuryazar olmadığı görülüyor. Yazıyla da yazayım “on kişiden biri”.

Eğitim konusunda da kadınların ortalamanın altında oldukları görülüyor. Toplam nüfusun yaklaşık %15’i üniversite mezunu iken, kadınlarda bu oran %13.1.

Yine TÜİK verilerine göre 100 kadından sadece 31’i çalışıyor veya iş arıyor. Tam tersine 100 erkekten 71’i ise çalışıyor ya da çalışmak için iş arıyor. Uçurum kelimesi hiç bu kadar anlam kazanmamıştı.

TÜİK verilerine göre ise Türkiye’de kadın istihdam oranı yüzde 27.5 ile hem yüzde 60 olan AB ortalamasının hem de yüzde 65 olan Türkiye erkek istihdam oranının oldukça altında. İstihdam oranı ise huzurevi, hastane, hapishane, kışla gibi yerlerde ikamet etmeyen, yani çalışmaya müsait olan nüfusun, toplam çalışan nüfusa bölünmesi ile hesaplanan bir istatistik kalemi. Türk kadınları ise kadın istihdam oranı sıralamasında Avrupa’da sonuncu sırada.

TÜİK’in 2016 verilerine göre Türkiye’de 100 kadından 37’si kendilerini yaşadıkları çevrede güvende hissetmezken, kadınlar %15 oranında “orta” seviyede güvende hissettiklerini söyledi. Geriye kalanlar ise kendisini ne kadar güvende hissediyor sorgulamalıyız.

Görünen köy kılavuz istemez demiş atalarımız. Çalışmayan, “erkek eline bakan” kadınlarımızın sığınacak dalları maalesef yok denecek kadar az. Kendi haklarını söke söke alan kadınlarımızı ve ülkemizdeki bakış açısını anlamak için istatistikler kâfi aslında.

Burada önemli olan çevremizdeki kadınlarımıza çiçek verip kadınlar gününü kutlayıp ertesinde her şey mükemmelmiş gibi devam etmemek. Kadınlarımızın haklarını, değerlerini kavramak ve hepsinden önemlisi kadınlarımıza saygı duymak. Ülkemizde ise ne yazık ki kadınlarımıza saygı duyulmasını geçtim, canlarının güvenliği bile sağlanabilmiş değil. İster çalışma koşulları olsun ister gündelik hayat olsun kadınlarımızın güvenliğini yeterince sağlayamıyoruz ne yazık ki.

Ucuz popüler söylemler, yapmacık hak vermeler, günü kurtarmalar, zorluklarından çıkar sağlamak için destek veriyor gibi görünmeler kadınlarımızı daha da diplere sürüklemekte. En üzücü kısmı ise kadınlarımızı yine kadınlarımızın anlamaması. Dedikodu kavramı, ego sürtüşmeleri, hayatı yarış olarak görmek adeta kanser gibi sarmış durumda zihniyetimizi. “Erkektir yapar” söylemini destekleyenlerden bir kısmını da maalesef ki kadınlarımız oluşturmakta.

Günümüz kapital dünyasında metalaşmış kadın bedeni konusunu yazmaya kalksam sanırım bir kitap kalınlığına erişir sayfalar. Gelecekte bu problemleri şöyle veya böyle aşabiliriz belki. Ama şunu unutmamalıyız ki zihniyetleri değiştirmedikçe yaramız asla kabuk bağlayamayacak.

“Cennet annelerin ayakları altındadır.” demiş Peygamber Efendimiz. Bir günün değil, her günün kadınlarımızın günü olması umuduyla. Sevgilerle.

Kaynaklar:

Son Yazılar

msbugra Yazar: