“Öl, ölü, ölüm, ölmek, öldürmek, öldürtmek…” diye tekrarladı “Adalet kardan adamın temelidir.” yazılı dev puntolu yazının önünde. Düşünüyordu sadece, “farkları var mıydı birbirlerinden?” Bir hakim olmasına rağmen bunu sorgulamayalı çok olmuştu. Oysa bir an için zamanı kendi içinde durdurunca anladı bunu. Hepsinin ortak noktası “yok olmak”tı. Öyle ya da böyle ne fark ederdi ki.
Birinci boyutta olmadıklarını bildikleri ama kaçıncı boyutta olduklarını bilmedikleri, “zaman kavramının olmadığı” bir mahkeme salonundaydılar. Mübaşir kardan adam, dava ile ilişkili olan davacı ve sanığı davet etmişti salona. Sanık Güneş, avukatı Ay ve gezegenlerden olan seyirciler dışında herkes kardan oluşuyordu. İçeride Güneş oturuyordu ama hiç kimse erimiyordu. “Hey dostum, sen ne saçmalıyorsun? Buradakilerin hepsi ruh, görmüyor musun?” dedi elindeki sigarayı tüttürmekten ağzı simsiyah olan bir kardan adam. Benim burada ne işim vardı ve ben nasıl görüyordum bu olanları hiçbir fikrim yoktu. Rüyada mıydım, transa mı geçmiştim yoksa hayal mi kuruyordum? Hiçbir fikrim yoktu açıkçası. Dahası beni nasıl duymuştu ya da görmüştü bu adam onu da bilmiyordum.
Üzeri grileşmiş, ilk kardan adam olduğu zamanki beyazlığından eser kalmadığını tahmin ettiğim, gözlüklü, kravatındaki güneş resminde çarpı işaretini gördüğüm borazan sesli Hakim amca davayı başlattı. “Böyle adaleti nasıl sağlayabilirdi? Şunun kravatına bak.” diye geçiriyordum içimden. Salondaki herkes bana bakıyor gibiydi. Ben kendimi göremiyordum. Sanki ben kameraydım da onları çekiyordum sandım bir an. Az önce bana çıkışan, sigarayı tüttürmekten ağzı simsiyah olan kardan adam, sigarayı söndürür söndürmez yenisini yakmıştı ki; onun yanında oturan, kucağında bebek bir kardan kız taşıyan yaşlı kardan nine enseme bir şaplak patlattı. “Biz burada yabancıları sevmeyiz. Sen bizi yarattın ama bak şimdi ne haldeyiz.” Sanık taraf hariç bütün salon “yabancı dışarı, yabancı dışarı…” diye tempo tutuyordu. “Ben yabancı mıyım ya, neden böyle konuşuyorsunuz? Ayrıca bu küçük bebek neden burada?” diye kendi kendime konuştuğumu sandım yine. “Onu senin gibiler katletti. Daha yapılmadan öldü o.” dedi kardan nine. İşler iyice karışıyordu. Hakim tokmağını masaya vurarak beni tehdit etmeye başladı: -İrkilmiştim ama sustum.- “Bak kardeş, burada ne işin var hiç bilmiyorum. Biraz daha konuşursan seni atmak zorunda kalacağım.” Tek yaptığım başımı sallamak oldu. Neler olacak merak ediyordum sadece.
Önce davacı tarafa sözü verdi hakim. Herkes gibi bedeni ölü, ruhu canlı davacı kardan adam sözü aldı. “Daha Dünya’ya geleli bir hafta olmuştu ki Hakim Bey, gün yüzü göremeden öldürüldüm.” Kalabalık kardan adam seyirciler birden araya girdi ve tempoya başladılar: “Güneş’e ölüm, Güneş’e ölüm…” Hakim birkaç dakika susturmadı onları. Güneş, Ay ve diğer gezegenler huzur içinde oturuyorlardı. Kendilerinden çok emindiler sanki. Hakim nihayet araya girmişti: “Devam et sen, ne istersin?” Gözleri yaşlı kardan adam konuşmaya başladı: “O gün 2 saat uğraşan bu adam -Beni gösteriyordu.- beni meydana çıkardı. Çok mutluydum. İnsanlar bana sarılıyor ve benimle fotoğraf çekiniyorlardı. Sonra karlı bir günün ertesi günü çıkan Güneş, bana adeta suikast düzenledi. Dünya kışı yaşıyordu, Güneş nereden çıkmıştı? Öldürüldüm ben Hakim Bey. En ağır şekilde cezalandırılmasını istiyorum.” Daha noktasını koyamadan son cümlenin kalabalık başladı yine deminki tempoya. Avukatı yoktu kardan adamın ya da ihtiyaç duymamıştı. Ne de olsa salonun çoğunluğu ondaydı ve hepsini yeni bir havuç burun verme vaadiyle kandırmıştı.
Hakim, kravatının üzerindeki karları imalı imalı temizleyerek, Güneş’e döndü: “Söyle bakalım Güneş Efendi, sen ne dersin bu duruma?” Güneş, elindeki akıllı telefonda kardan adam oyunu oynuyordu. Ay, hilalinin bir ucuyla Güneş’i dürtükledi. Telefon yere düştü ve oynadığı oyunu gören kardan kadın mahkeme katibi durumu hakime fısıldayarak anlattı. Nasıl fısıldamaysa artık bu, bütün salon duysun diye uğraşıyordu adeta. Zaten kıl olan hakim, iyice kıl olmuştu. Bir süre kravatıyla oynayarak düşündükten sonra sözü Güneş’in avukatı Ay’a verdi. Ay, kendine çekidüzen verdikten sonra konuşmaya başladı: “Rabbim…” Tüm salon yere kapanınca, sigara içmekten ağzı simsiyah olan kardan adamın sigarası korkudan ağzından fırladı. “Rabbim, böyle buyurdu Hakim Bey. Hayatın kanunu bu. Kaderden kaçamayız hiçbirimiz. Müvekkilim kimseyi öldürmek istemez. “Ol!” deyince ben ve bütün gezegenler mecbur kalıyoruz bir şeylere.” Hakim, ne diyeceğini bilemez bir tavırla bir bana baktı, bir de seyircilere baktı. Mahkeme katibi olan kardan kadına “yaz kızım” diyerek söze başladı: “Davacı kardan adamın ölümünde kasıt bulunmadığından dolayı her kar yağışından sonra başkaları tarafından yeniden yaratılmasına, sanık Güneş’inse elinde olmayan sebeplerle bu olaya yol açmasına rağmen kusurlu görünmediği için bulutsuz yargılanmasına karar verilmiştir.” Güneş baştan beri yaptığı gibi hiç konuşmadan gülümseyerek parlıyordu şimdi. Avukat Ay ve gezegenler onu kutladı. Bu işe en çok da Dünya sevinmişti. Bir daha ısınamazsa ne yapardı? Kardan adam da yeniden kar yağdığında yeniden doğacağı sevinciyle bayılmıştı.
Elimizde olmadan geldik, gidiyoruz bir yolda. Hepimiz “yaratılanlarız.” Ufak şeyler için üzülüyoruz, kalp kırıyoruz, adalet arıyoruz, insan öldürüyoruz ve daha bir sürü şeyler. “Kader” ise bir Güneş gibi parlıyor başımızda, bazen görmüyoruz ya da kanıksıyoruz. Oysa “insan evladı”, kendi kaderini kendi çizer ama elinde olmayan şeyler de vardır. “Yargılamak”sa sadece Allah’a (c.c.) mahsustur. Gerçek haksızlığı da haklılığı da gören bir tek o vardır. Nerede olursak olalım; taraflı ya da tarafsız. Her yerde ve her zaman onun varlığını bilmek yeter.
“Kar yağacak kardan adam yapacağız,
Güneş açacak hayat bulacağız.”
Kaderimiz iyi olsun inşallah.
Not: Fotoğraflar şahsıma aittir ve 1 hafta arayla çekilmiştir. Bu fotoğrafların çekimi sırasında hiçbir kardan adama zarar verilmemiştir. 🙂