‘’Im Nin’alu’’

Biliyorum. Deneysel cümleler kurarak içinde bulunduğum durumu sizlere inandırmaya çalışamam. Hele ki bu kadar duyarsızken ruhsal beklentilerime. Oysa çözülmesi çok güç bir çemberin içindeyim. Bu yüzden ne kadar dil döksem, ne kadar buradayım diye haykırsam da pek bir anlam ifade etmeyecek gibi görünüyor. Asıl alâka bundan ibaret zannedersem. Mesela ortalıklarda zebani gibi dolaşıyor olmamın kime ne zararı olduğunu bilmek isterdim. En azından böyle düşünmeye ikna etmeliydim kendimi bir süreliğine. Şu an için durum o kadar da trajikomik değil gibi, yani ne bileyim asıl gayem ne? Kendimi sizlerin önüne niçin seriyorum alelâde bir vaziyette. Ölüyor çocuklar. Durmadan öldürüyor birilerini, ötekiler dediğimiz o diğerleri.

İnanır mısınız bilmem ama Zolotisky gibi sinirlerim sıkışıyor bazen. Salyalarım toprağı delercesine tiksinti veriyor. Aldatılmayı düşünmek suç olmamalı diye düşünüyorum. Tek başına bir anlamı olmalı bu saçmalığın ve hatta teşbihte hatalar aranmalı, sorular sorulmalı: Neden Zolotisky? Neden cennetten bu kadar uzaktayız? Bunun psikolojik açıklaması umurumda mı, bunun bile umurumda olduğunu hiç mi hiç sanmıyorum. İnanın bu durum daha gülünç olmaya başladı. Bilinçaltımın ihanetine maruz kalan kalbim değilmiş gibi davranmaktan bıktım son zamanlarda. Sonra o sonralar hep gelir kapıma dayanır ya işte bu daha da vahim gelir bana. Tam da böylesi bir karanlıkta. Bir Yusuf Masalı, yani tanrısal şiirler kafamın içinde belirir. Her şey şimşek çakılıyormuşçasına dağılıyor. Ruhumsa berbat bir görüntü çiziyor. Dönüşümünden tiksinmek bu kadar kolay mıydı kapı deliğinden sizleri dikizlerken? Haddini aşmış berbat bir kafa bulanıklığı yaşıyorum. Harflerim, kelimelerim ve hatta cümlelerimin neye karşılık geldiğini kestiremeyecek kadar muallaktayım. Dedim ya aklımı kurcalıyor o şiirler. Hep böyle oluyor. En zayıf noktanı mıncıklar gibi bir his veriyor. Karşısına dikilsem evet sizler, sizlersiniz beni bu hâle sokan ey Tanrının seçilmiş kulları? Ama bunu demek erdem değil. Saklamaktır. İliklerime kadar korkuyla dolmuş bir vaziyette içim. Tanrıya neden sâdık değilim. Hayır çılgınlık değil bu. Bir başka günahın teşhiri olmalı. Odamın penceresi açık mesela. Pencerem hep açık. Havarilerin Hz. İsa’nın gelişini bekledikleri gibi hep O’nu bekliyorum. Kimdi o? Neden gelmiyor? Pencereler kapanmasın. Pencereler. Kapatma pencereyi. Kuşlar. Kuşlar konuyor terasa. Kuşlar düşüyor damlardan. Kendi ayakları üzerinde duran insanlara imrenmeli miyim? Güzel. Her şey güzel görünüyor ruhumuzla bakınca. Ama ölüm. Değişen hiçbir şey yok. Çocukların gözleri ıslak bakıyor bu akşam da. Dua etmenin diğer adı neydi? İsrailoğulları’na nefretle ne zaman bakmalı? İnsan. İnsan. Ne vakit kutsal kılındı kanı. Yanıbaşımdasın ey sevgili!.. Lâkin avazım çıkmıyor.

Senin kadar vahşi bakamıyorum ölüme. Neden hep sen? Bunun cevabını bilen kim kaldı bu hayatta? Hz. Davut’un dibinde ağladığı duvar neden artık sızlatmıyor yaramı. Ağlamak size yakışmıyor? Resmi cerbezeler çocukların çığlığını dindirmeye yetecek kadar samimi gelmiyor maalesef. Kınamak yetmiyor. Çünkü birilerini kınayınca bombalar yönünü değiştirmiyor. Savaşlara yabancı mı dilim? Bir işaret gelemeyecek. Bir peygamber bir başka kavmi kurtarmaya gelmeyecek bir daha artık. Son ayet çoktan indirildi. Ne yazık ki söylemeden de yüzüm ele veriyor kendi meymenetsizliğimi. Diyorum ya her daim açık kalmalı. Kapanmamalı. Bunca kelimeyi sarf edişimin sebebi ne, ne kadar beyaz vicdanım? Tanrı şimdi o çocukların ölülerini de görüyor. Hepimiz biliyoruz bunu. Bir bildiği olmalı diyorum. Gerçekten bir bildiği var ki, sessiz kalıyor şimdilik. Bunu söylediğim için kaç günah bırakıldı heybeme, ne kadar küfre saplandım? Müslümanlığım ne kadar yara aldı? İnan ve sorgula diyorum dilime. Ama dilenme. Uzadıkça uzuyor cümlelerimin ardına saklanan hayâsızlık. Kavuşmaya ramak kalıyor yeni günahlara. Günahlarımın umurumda olduğunu kim söyleyebilir? Biri sesleniyor sanki karşı mağaradan. Kaynanaya sövülen damatların bağırsak ağrısıyla inliyor odamın ışıkları. Gürültü: Sesler çok şeydir. Mucizeler. Bedenleri gölgelerinin ardında, ama sesleri… Sonra… Gitme! Kal. Sövsen de benimsin, dövsen de. Şaşmamak mümkün mü buna? Her şey mümkün. Kasabalar, köyler ve varoşlar. Oralarda büyüdük. Ama artık kentliyiz. Oysa ruhumuz taşralı. Taşra kabadayısıyız. Tanrı bu yüzden kentte. Ruhum bu yüzden azapta. Bu sözleri neden ikrar ettiğimi bilseydim, anlatmazdım bunları. Sadece susardım. Susmanın bir başka adı var mıydı? Ölüler neden susardı mesela? Konuşan ölülerden neden bu kadar korkulur? Hadisene bana inandır suskunluğunu. Kalbimde nabzını yitiren mahremimin menfaatini anlat bana. Artık konuşmak istiyorum. Dönüşmek istiyorum.

Son Yazılar

Harun Aktaş Yazar:

''Toparlanın gitmiyoruz''