Balkon

 

Evin en sevdiğim yeri balkondur.  Hap kadarcık bile olsa her evde mutlaka balkon olmalı bence. Özellikle de yazın serinlediğimiz mekân olmaktan ziyade nefes alabildiğimiz yerdir aslında. Binaya dışarıdan bakıldığında sonradan monte edilmiş ve genellikle de memleketimin güzide insanı tarafından camekânla kapatılmış izole bölüm olmasının yanı sıra, bir yaşam tarzıdır balkonlar.

Sabahları kahvaltımızı yaparız balkonda, püfür püfür esen rüzgârla birlikte çayımızı yudumlarız, akşam işten gelince bir bira açıp güneşi batırırız, nane kuruturuz mesela, her bayramda al bayrağımızı asarız, mahallede kavga olunca çekirdek elimizde doluşuruz balkona… Yani kısacası öyle balkon deyip geçmemek lazım…

En güzel sosyalleşme aracıdır bence balkon. Karşı apartmandaki komşuyu tanımasan bile, orada göz göze geldiğinde illa ki selam verirsin. Zaten bir iki selamlaşmadan sonra muhabbet başlar. Hele ki bir de o komşu, mahallenin GBT sorumlu ise her havadisi alırsın bedavadan!

Eski oturduğum apartmanda bu GBT sorumlusu bendim bir nev’i. Site yöneticisi olmayı fazlaca ciddiye almış biri olarak “her halttan illa ki haberim olmalı” modunda dolaşıyordum. Nadide bir balkonsever olarak da işime yarayacak verileri çayımı içerken topluyordum böylelikle.

 

Yediğim mi fıstık yoksa gördüklerim mi?

Bir yaz akşamı balkonundaki yerimi almış, ayaklarımı da uzatmış, bir taraftan fıstık yerken bir taraftan da laptopumdan dizi izliyordum. Oturduğum yerden azıcık sırtımı dikleştirip başımı uzattığımda göreceğim mesafede, sokağın köşesinde bir çeşme var. O çeşmenin başında bir hareketlilik dikkatimi çekti. Önce çok önemsemedim açıkçası ama sonra “acaba ne oluyor” diye meraktan uzattım kafamı, izlemeye başladım.

İki kadın bir adamla bir şeyler konuşuyorlardı. Biraz konuştuktan sonra adam gitti. Kadınlar çeşme başında durmaya devam ettiler. Sonra bir araba geldi, kadınlardan sarışın olanı eğildi, camdan kafasını uzattı içerdekilerle konuştu. Eliyle diğer kadına işaret etti, minyon tipli kumral kadın arabaya bindi ve hep birlikte gittiler. “Arkadaşlarıyla buluştular herhalde” dedim oturdum yerime, kaldığım yerden diziye devam ettim.

Bu saflığım beni delirtecek vallahi! Bazen beynim mi duruyor, yoksa içimdeki Polyanna ruhumu ele mi geçiriyor nedir bilemiyorum. Normalde cin gibi olan ben, bazen -hem de en olmadık zamanlarda- gözüne far tutulmuş tavşan gibi oluveriyorum.

Ertesi akşam arkadaşım geldi, balkonda kahve içiyoruz. Dünkü bu ablalar tekrar belirdi bizim çeşmenin başında. Her ikisi de telefonla konuştu ayrı ayrı, beklediler bir süre ve bir araba geldi, eğilip konuştular ve bindiler, gittiler. Arkadaşım Banu hemen başladı söylenmeye “Ay bu ne ayol? Resmen pazarlık var burada! Kimse görmüyor mu bunu? Aile mahallesi burası! Ne ayıp şeyler!” dedi ve benim ampul yandı!

O akşam bir daha gelmedi ablalar. Benim içime kurt düştü bir kere, ya bizim mahalleye dadanırlarsa? Ama emin olmam lazım, kimseyi bilip bilmeden suçlamamalıyım. Karar verdim; takip edecektim ve bir daha gelirlerse polise bildirecektim. En doğrusu buydu.

Kardeşimle arkadaşım Banu bu fikrime karşı çıktılar. Bana neymiş, ben bulaşmamalıymışım, elalemin doğrucusu ben miymişim, başıma bela alır mışım…. Dinledim mi peki? Tabi ki hayır! Balkondaki mesaim başlamıştı bile!

 

Fadıl takipte!

Ertesi gün ben nöbetteyim yine balkonda. Ablalar geldi, hemen fotoğraflarını çektim. Telefonla konuştular, yine fotoğrafladım. Yanlarına gelen arabaların plaka ve modellerini, geliş saatlerini not alıp yine fotoğrafladım. Bir sonraki gün de yine aynı şekilde not alma ve fotoğrafla işlemleri devam etti.

Tam beş gün boyunca bu şekilde Fadıl takiptecilik oynadım ve sonunda polisi aradım. Sorumlu vatandaş bilinciyle elimdeki verileri, olayın detaylarını, açık adresi anlattım polise. “Memur Bey burası bir aile apartmanı, mahallemiz de aynı şekilde ailelerin oturduğu bir yer. Kimsenin özel hayatına müdahale edilmesini tasvip etmem ancak bu olay özel hayattan ziyade ahlak dışı bir durum gibi duruyor. Size sunduğum bilgileri, olay günü ve saatini belgeleriyle birlikte size arz etmek isterim. Ben devletimin polisine güveniyorum. Biz burada çocuk yetiştiriyoruz ama bu durumdan dolayı sokağa bile çıkamaz olduk. Lütfen istirham ediyorum buna bir son verin!” dedim.

Kardeşim ve Banu bana bakıp bakıp kafalarını sallayarak cık cık sesleriyle “her boka burnunu sokmasan çatlarsın dimi?” dediler. “Ya arkadaş niye kızıyorsunuz şimdi bana anlamıyorum ki? Bu kadınları burada görünce siz de rahatsız olmadınız mı? Ben tepki gösterince niye kabahatli oluyorum ki anlamadım?” desem de dinletemedim. Ben vatandaşlık görevimi yapmanın ve yöneticisi olduğum sitenin güvenliğini ve huzurunu sağlamanın rahatlığıyla, söyledikleri sözleri dinlemedim bile.

Ertesi gün olay yerine gelen giden olmadı. Bir sonraki gün de asayiş berkemaldı. Ben yine her zamanki gibi balkonda yerimi almıştım ama ortalık sakindi.

Engin ve derin bilgilerimi polisle paylaşmamdan tam üç gün sonra arkadaşlarım bana geleceklerdi. Ancak ilk defa geldikleri için evi tam olarak bilmediklerinden, bizim köşe başındaki çeşmeyi tarif ettim ve onları orada bekleyeceğimi söyledim. Ayağımda terliklerle çıktım evden, çeşmenin yanına gittim. Misafirliğe gelen arkadaşlarıma evi tarif edebilmek için telefonla konuştum, beklemeye başladım. Takriben beş dakika sonra arkadaşlar arabayla üst sokaktan geldiler, ayaküstü “aa hoş geldiniz, bak ne kolaymış yol aslında” falan diye konuşurken yanımızda yedi sekiz adam belirdi!

Hepsi kerli felli izbandut gibi tipler! İkisi benim kolumdan tuttu, diğerleri de arkadaşımı arabanın içinden çıkartıp kollarına girdi. Bir kargaşa, kaos oluştu ama hiçbirimiz ne olduğunu, bu adamların neden bize böyle yaptığını ve de kim olduğunu anlayamadık. Hepimizi bindirdiler bir minibüse. Biz tabi şok!

 

Emniyette anlatırsın derdini!

“Nereye gidiyoruz, siz kimsiniz, niye bize böyle davranıyorsunuz” diye sorarken ben,  “emniyette anlatırsınız derdinizi” dediler. Karşılaştığımız duruma tepki göstermek isterken sanırım biraz abarttım durumu ve resmen atarlandım polise! “Siz kim olduğunuzu sanıyorsunuz ha? Ne hakkınız var buna? Avukatımı istiyorum ben!” dedim. “Sen fazla Amerikan filmi seyretmişsin anlaşılan!” diye tersleyince polis beni, pıstım kaldım!

O anda neler olduğunu anladım aslında ama arkadaşlarıma anlatamadım haliyle. Nasıl anlatabilirdim ki?

“Ben mahallenin komiserliğine soyundum, bir alışverişi durdurdum, polise haber verdim ama işte kör talih beni buldu” mu deseydim yani? Yaptığım ihbardan sonra sivil polislerin bizim sokakta sotaya yatacağını ve o malum kadınlardan biri sanarak beni alacaklarını nereden bilebilirdim ki?

Neyse, gittik emniyete, anlattık polis ağabeylere durumu. O ihbarı zaten benim yaptığımı, tamamen yanlış insanı getirdiklerini anlattım da anlattım. “Polis bey valla billa o aradığınız kadın ben değilim. Minyon tipli kumral olarak talihsiz bir benzerlik yaşıyorum sadece. Benim annem babam emekli devlet memuru polis abim. Ben sade vatandaşım, trafik cezam bile yoktur benim…” gibisinden canhıraş söylenen, kıçımda Yusufçukların uçuştuğu cümleleri ağlayarak söylediğimi sonradan hatırladım. Doğal olarak bana misafirliğe gelen arkadaşlarım da yaşadıkları durum hakkında iyi niyetlerini (!) gayet nazik ve kibar bir dille (!) tarafıma ilettiler!

O günden sonra tövbeliyim arkadaş! Bana lazım değil elalemin ne yaptığı ne ettiği. Ben otururum balkonumda paşa paşa içerim çayımı çitlerim çekirdeğimi…

 

 

 

Yazıda kullanılan görselin kaynağı https://pixabay.com

 

 

 

Son Yazılar

Kendime ait blog sayfamda yaşadığım olayları, Zoi Mou mahlası ile mizahi pencereden aktarıyorum. Çocukluğumdan beri tuttuğum günlüğümdeki olayları, yaşanmışlıkları ve tecrübelerimi, aile ilişkilerimi mizahi dille aktarmaya çalışıyorum. Güldürürken düşündürmek misyonu ile samimi ve akıcı anlatım tarzım olduğunu düşünüyorum. Hikayelerimde "Ailenizin kızı" ve hafif "saf" bir karakter çizmeye çalışıyorum. Okuyucuların keyif alması ve eğlenmesi en temel amacım.