Dilenciler

Bambaşka yere götürüyor bir giriş cümlesi beni, başlığın çok ötesine… Aslıcan Kalfa Topateş, Dilenciler başlığını attığı kitabına şu giriş sayfasıyla başlamak istemiş: Genç yaşında aniden aramızdan ayrılan can dostum, biricik değerli arkadaşım
Özge Tütek Güvenç’in aziz anısına…

Nasıl biri ölüm temasıyla ilgisi olmayan inceleme türündeki kitabını, yitirmiş olduğu bir arkadaşıyla bağdaştırabilir? Kitabının ilk sayfasını açtığımda uyandırdığı şey bu esrarengiz duygu oldu. Belki de yazarın ilk ve tek kitabıdır diye düşündüm zira böyle bir şeyi ben de yapabilirdim o vakit. Adı hiç unutulmasın diye genç yaşta kaybettiğim kız kardeşimi yazabilirdim kitabımın giriş sayfasına. ‘Genç yaşında aniden aramızdan ayrılan, biricik değerli…’ ne kadar da benzer bir acıya sahibiz diye düşünürken işte o anda seviverdim yazarı. Bunu sadece yazarın kurabildiği bağın, küçük bir şeyle nasıl mümkün olabileceğini ifade etmek için yazdım zira mevzu başka.

Alt başlık ‘Türkiye’de Yoksulluk ve Dilenme Kültürü’ bir çırpıda ne ile ilgili olduğunu anlayabildiğimiz bu inceleme kitabına Topateş, başka bir pencereden bakarak yorumlamış ve incelemiş. Beni en çok şaşırtansa mevzuyu feodalite ve kapitalizm sistemlerinin getirisi olarak ele alması oldu. Derinlere inerek basit baktığımız bu kavramın aslında toplumun bir getirisi, engellenemeyecek hale gelmiş yaşam mücadelesi olduğunu gözler önüne seriyor. Aslında tarihsel boyutuyla incelemeye başlıyor yoksulluğu ve onun getirisi olan dilenciliği. Ülkelerin refah seviyesini, savaş, kıtlık, göç gibi etkenleri dile getirerek insanların acılarından bahsetmeyi unutmuyor. Daha ilginç olanı işin içine Osmanlı Devleti’ni karıştırıyor, zamanı inceliyor ve Osmanlı’nın bulduğu çarelerden dem vuruyor. Dilencilerle yapmış olduğu görüşmelere yer vermiş olması, onların sözlerinin açıklığı inceleme yazısına bütünlük getirmiş. Birkaç konuşmaya şahit olmak, onların penceresinden bakabilmeyi kolaylaştırıyor.

“Kimi diyo ki, sen benden daha zenginsin diyo. Kimi, git diyo, kör müsün, çalış diyo, elin ayağın tutuyo, diyo. Kimi diyo, ayıp değil mi dileniyosun, diyo, terbiyesiz, diyo. Bu çocuğu sokağa çıkartıyosun, diyo. Ben de diyom ki keyfimden çıkarmıyorum ki çocuğumu sokağa, diyom. Yoksulluktan çıkartıyom, diyom.”

“‘Küçük çocuğunla çıkma,’ diyorum. Diyor ki, ‘Çocukla çıkmazsam kimse bana para vermiyor, kimse benden alışveriş yapmıyor. Ya da çocuğumla çıktığım zaman mendil veriyorum,’ diyor: ‘Kaç lira,’ diye soruyorlar. ‘Bir lira,’ diyorum. ‘Al sana beş lira,’ diyorlar. Ama çocuksuz çıktığında bir lirasını veriyor.”

Çok kızıyoruz o kırmızı ışıkta durduğumuz an, kimimiz yaklaşan çocuğu ya da adamı/kadını gördüğümüz zaman camımızı kapatmaya çalışıyoruz, kimimiz el hareketlerimizle geçiştiriyoruz ya da kimimiz bu diyalogda olduğu gibi art arta sıralamaya başlıyoruz ahkam kesen o haklı sözlerimizi. Kızmaktan başka bir şey yapmıyoruz ve çoğumuz hiç düşünmüyor ne yaşıyorlar, neden bunu yapıyorlar, neden çocuklarını bu işe alet ediyorlar diye. Evet, belki de çoğunuz haklısınız çocuğun masumiyetini emeksiz kazanç için kullanan bu insanlara kızmakta ama ben son zamanlarda ülkemizin kanayan yarası haline gelmiş Suriyeli insanları düşünüyorum. Evet, birçoğumuz onların sokakları dolduran bu kargaşasından hoşlanmıyoruz, toplumsal düzeni yozlaştırmaya başladıkları için kızıyoruz. Tüm bunlara rağmen düşünüyorum. Ya onların yerinde olsaydık, hiç istemediğimiz halde ülkemizden kaçmak zorunda kalsaydık, onca zulme uğrayıp onca acı yaşasaydık sonra gelseydik kaçabildiğimiz en yakın ülkeye, sadece iş gücümüzden faydalanabildikleri için insanların yanında karın tokluğuna çalışmak zorunda kalsaydık, çok nüfuslu ailemizin hayatta kalabilmesi için belki de mecbur kalacaktık çocuğumuzu dilendirmeye. Sizce de öyle olmaz mıydı? Diyemem elbette eli ayağı tuttuğu halde kolay para kazabilmek için bunu yapan insanlara hak verelim ya da sakat taklidi yapıp bedenini kullanan bir başka dilenciye hak verelim ama işte düşünüyorum işin bir başka boyutunu ve her pencereden görmeye çalışıyorum olayları yargılamadan önce. Ve şimdi daha iyi anlıyorum Topateş’in giriş sayfasına bırakmış olduğu ithaf yazısını. İnceleme kitabına duygularını sığdırırken aslında ne kadar yaralayıcı, hüzün dolu toplumsal bir sorunu vurguladığına dikkat çekiyor. Hakikaten ölümün hissettirdiklerine o kadar yakın ki birçok açıdan düşünebilmek. Suriye’den gelen o aile belki de birkaç evladını kaybedip geldi ve her adımda yüzleştikleri yokluk onlara ne acılar yaşattı. Ve artık daha çok düşünüyorum ve sorguluyorum. Allah aşkına kim evladını dilendirmek ister mecbur kalmasa?

“…birer hakaret yerine geçen ‘ayaktakımı’, ‘sefiller’, ‘alt tabaka’, ‘dilenci tayfası’ gibi bütün o sözcükler, aslında düşkünlerden çok, egemenlerin; bahtsız ve nasipsizlerden çok, imtiyazlıların hatasını dile getirmektedir.

Bize gelince, bu sözleri her söyleyişimizde acı ve saygı duymaktayız;

çünkü felsefe, bu sözcüklerin denk düştüğü olguları
enine boyuna incelemeye giriştiğinde, ipe sapa gelmez şeylerin yanı sıra, çoğu zaman yüce şeyler de bulur.”
– HUGO, 2005: 13

KAYNAKÇA

ASLICAN KALFA-TOPATEŞ/ Dilenciler -Türkiye’de Yoksulluk ve Dilenme Kültürü

Victor Hugo / Sefiller

Son Yazılar

Bilkent Üniversitesi Öğrencisi