Bir gün, her zaman olduğu gibi gökyüzünden resim malzemelerini almak için tarlaya yürüdü. Ölmek için en güzel ânı arıyordu adeta. Bekledi. Bekledi… Başımıza neler geleceğini anlamadan. Bekliyorduk. Belinden çıkardığı tabancayı göğsüne götürdü ve hiç tereddüt etmeden sıktı. Gördük. Şahidiz artık. Sıkmalıydı belki de. Sarının içine kırmızı saplanmış oldu böylece. Vincent, sendeleyerek kaldığı otele döndü ve yatağına uzandı. Kan kesilmişti damardan. Kimse görmedi. Kimse anlamadı. Kanamayı fark eden otel sahibi, doktor Mazery’yi ve Vincent’in doktoru Gachet’yi çağırdı.
Doktor derhal gelmelisin!
İki doktor başında bekliyor. Hayır, doktor beyler o ölmemeli… Ölmemeli. Ama doktorlar, mermiyi çıkarmanın çok riskli olacağına kanaat getiriyor. Theo’ya hemen gelmesi için haber yolluyorlar…
Theo kimdir?
Theo geliyor. Vincet yatakta öylece duruyor. Birazdan garip bir şeylerin olacağından bihaber. Odanın duvarları tiksindiriyor gözlerini. Vincet ah bir ayağa kalksa ve bir konuşabilse. Vincet gene paran mı bitti yoksa? Yok yok bu sefer başka.. Nefes almakta güçlük çekiyor. Rengi mi sararmış? Hayır, sarıyı karıştırma diyorum kendime. Dışarıda karga sesleri. Pencereden terasa bakıyor. Gökyüzü mavi sesler uğulduyor. Kahve içen monşerlerin ağzında son izmaritler. Bunu sen istedin be Vincet diyerek fokurduyorlar.
Dayanamıyor Vincet.
Vincent, kardeşi Theo’nun kollarında bırakıyor gözlerini. Ayçiçeklerinin boynu bükük. Sarının midesi bulandı. Her şey tuhaflaştı. Her şey değişti. Bak Vincet öldü patates yiyenler.
Öyle işte, neden öyle bakıyorsunuz bana?
Neden ayrılmak istedi bu dünyadan? Neden ölmek istedi? Neden sürekli resim yaptı? Neden hep mektup yazdı? Neden kulağını kesti? Neden sarı? Neden çok mutsuzdu? Neden mutsuz öldü?
Neden. Neden. Neden…
Bu kadar şeyi aynı anda kim taşıyabildi ki fırçasında? Sarı rengini hiç sevmiyorum, ama Van Gogh’un sarısı başka. İkisi de aynı şey ama, demeyeceksiniz değil mi? Farklı işte. Kelimelere dökmek gelmiyor içimden. Hem her sorunun cevabı olmaz ve bazı şeylerin izahı da.
‘’Van Gogh, bazen de boyayı yiyor ya da yemeğinin içine sıkıyordu’’. Hangi şair mürekkebini içecek kadar delirdi ki. Hangi ressam… Bir gece elindeki ustura ile Gauguin’i ölümle tehdit etti ve atölyesine gidip kendi kulağını kesti. Bir rivayete göre kestiği kulağını genelevde çalışan bir kadına hediye etmiş.’’
Dostluğun tanımı var mı, bir bilen varsa anlatabilir mi? Dostuna kırıl, ama hiçbir şey söyleme, sonra da hunharca git kes kulağını ve yetmiyormuş gibi çok sevdiği kadına armağan et bunu. Aklım almıyor; ama… Çünkü bunu anlayamam. Bu kadarını eski kulağı kesikler bile yapmamıştır.
37 yıla sığdırdığı yüzlerce resim ve son iki yılda yaptığı resimler nerede bir bilen var mı? Ah ulan Vincent sen böyle çekip gidecek adam mıydın? ‘’Nesini beğenmedin de öte yere taşındın?’’, diye bağır bağır bağırmak istiyorum.