Guduk

Çocukluğunu apartman blokları arasında değil de köyde yaşayanlar bence çok şanslı. Ben de bu şanslı insanlardan biriyim mesela. Tam anlamıyla dolu dolu çocuk olabiliyorsunuz köy ortamında. Dalından domates, biber kopartabiliyorsunuz mesela. Kirazı, elmayı, dutu dalından yiyebiliyorsunuz. Tarlaya ekilirken bir avuç attığınız buğdayın, taş değirmende öğütülüp un haline getirilmesini izleyebiliyorsunuz. El emeğinizle ürettiğiniz o unla ekmek yoğurup, babaannenizin bahçesindeki taş fırınında pişirebiliyorsunuz eğer ki köyde büyümüşseniz. İşte bu yüzden nimete değer verip, ziyan etmeye de korkarsınız çocukluğunuz köyde geçtiyse eğer.

Köy çocuklarının oyuncakları topraktır. Çamuru şekillendirirken hayal dünyasında yolculuk yapmanın keyfi başkadır. Renkli, cicili bicili, lüks oyuncak yoktur belki ama bir yaprak ve küçücük dal parçasıyla şahane oyunlar icat edilir. Hal böyle olunca ilk arkadaşınız da hayvanlar olur genellikle. Benim ilk arkadaşlarım karıncalardı. Cüsselerinden çok büyük yaprakları taşımalarına çok üzülürdüm. Aklımca işlerini kolaylaştırmak ve yardım etmek isterdim onlara. Kibrit çöpüyle incecik yollar kazırdım toprağa, evlerine kolayca gidebilsinler diye.

 

Karıncaları evlat edindim…

Sonra bir gün minnak karıncaları evlat edinmek istedim. “Seni leylekler getirdi, biz de seni besledik büyüttük” demişti annem. Sanırım onun etkisinde kalarak ve leyleklerin yuvalarına ulaşamadığımdan olsa gerek, elimin altındaki karıncaları beslemek ve anne olmak istedim. Yastığımın altına serptiğim toz şekerle besledim onları bir süre. Yatağımın her tarafını karıncalar sardığında annem evi ilaçlayınca yerlerde tepinerek feryadı basmıştım. “Onlar benim bebeklerim, ben annesiyim onların, evlatlarımı öldürdünüz” diye günlerce içimi çeke çeke ağlamıştım. Sonrasında annem beni ikna edebilmek için bu “leylekler getirdi” olayını açmak zorunda kaldı ama daha büyük saçmaladı ve “sen minicikken ben seni yuttum, sen benim karnımda büyüdün” dedi! “O zaman minnak karıncaları yutayım ben de” dediğimde anamdan temiz bir sopa yedim ve benim anne olma hayallerim rafa kalktı böylelikle.

Karıncalarla arkadaşlığım başarısızlıkla sonuçlanınca evimizin bahçesinde tek başıma takılmaya karar verdim. Annem işe giderken beni yan komşumuzun köpeğine emanet ediyordu. “Gel burada otur, ben gelene kadar bekle” diye talimat veriyordu köpeğe. Açıkçası biraz korkuyordum bu bakıcıdan. Devasa büyük bir hayvan gibi geliyordu bana. Kimseyi sokmazdı bahçeden içeri. Yanıma gelmeden bahçenin kapısında beklerken gözlerini bir an olsun benden ayırmazdı Guduk. Kendi kendime oynarken arada göz göze gelip konuşuyordum onunla. Dinliyordu beni ve her söyleneni de anlıyordu. Annem eve gelince Guduk’un başını okşar, ona biraz yiyecek verir ve “hadi git evine” der ve gönderirdi.

Bir keresinde annem taze yumurta almak için babaannemin evine göndermişti beni. Ben kapıdan çıkınca Guduk da arkamdan gelirdi. Sanırım 3 ya da 4 yaşlarında falandım. Babaanneme gidip, kümesteki folluktan sıcacık yumurtaları kendi ellerimle topladım. Hiç unutmam, karpuz kollu bir elbise vardı üzerimde. Minik çiçek desenli, etek uçlarında mavi kurdeleli şirin bir elbiseydi. Eteğimin ucunu toplayıp, yumurtaları kırılmaması için özenle yerleştirdiğimden yavaşça yürüyordum.

 

Guduk…

Köy meydanında hayvanların su içtiği büyük bir çeşme vardı, onun yanından geçiyordum ki bir uğultu duydum arkamda. Çeşmeden su içen kaz sürüsü uçarak koşarak bana doğru geliyordu.  Kanatlarını çırpa çırpa tıslayarak üstüme atladı bütün kazlar. Bacaklarımdan gagalamaya başladılar. Yaklaşık 40-50 kazın ortasında kalmış ve yere düşmüştüm.  Kafamı, kollarımı, bacaklarımı tıslayarak gagalamaya devam ediyorlardı. Sonra birden havlama sesi duydum.

Guduk kazların arasına dalmış, çoğunu ısırmış. Tepemde beni didikleyen kazı da patisiyle kovalamıştı. Düştüğüm yerden beni kaldırmaya çalıştı burnuyla. İlk defa o zaman Guduk’a karşı korkumu yenmiştim. Bana yardım etmeye çalıştığını anlamıştım. Yerden kalktığımda eteğimdeki bütün yumurtaların kırıldığını ve dizlerimin kanadığını gördüm. Acıyan yaralarım için değil de kırılan yumurtalara ağlamaya başladım.

Eve kadar Guduk yanımda geldi, havlaya havlaya annemi çağırdı. Hemen akabinde de köy kahvesinde oturanlar yetişti ve “şu köpek olmasaydı didikleyeverceklerdi gızanı” diye söylendiler. O günden sonra Guduk en iyi arkadaşım oldu. Artık bahçe kapısında değil, yanımda oturmaya başladı.

Yıllar sonra Guduk’un öldüğünü öğrendiğimde içimden bir şey koptu. Çok üzülmüştüm arkadaşıma. Benim korktuğum, devasa büyüklükte sandığım hayvancık meğerse kaniş cinsi bir köpekmiş onu da çok sonraları öğrendim tabii. Keşke Guduk’la bir fotoğrafımız olsaydı be…

 

 

 

 

 

Yazıda kullanılan görselin kaynağı: https://pixabay.com

 

 

Son Yazılar

Kendime ait blog sayfamda yaşadığım olayları, Zoi Mou mahlası ile mizahi pencereden aktarıyorum. Çocukluğumdan beri tuttuğum günlüğümdeki olayları, yaşanmışlıkları ve tecrübelerimi, aile ilişkilerimi mizahi dille aktarmaya çalışıyorum. Güldürürken düşündürmek misyonu ile samimi ve akıcı anlatım tarzım olduğunu düşünüyorum. Hikayelerimde "Ailenizin kızı" ve hafif "saf" bir karakter çizmeye çalışıyorum. Okuyucuların keyif alması ve eğlenmesi en temel amacım.