Ferid Ergün’ün 1995 yayınladığı “Doğu Öyküleri”, 1977 yılında yayınlanan“Hakkari’de Bir Mevsim”romanının öykülerden oluşan bir versiyonu gibidir. Ferid Edgü hayatının gençlik dönemde bir süre öğretmenlik yaptığı Hakkari’nin bir köyünde yaşadıklarından oldukça etkilenir ve bunu eserlerine yansıtır. Özellikle en iyi eseri olarak da gösterilen “Hakkari’de Bir Mevsim” kitabında yaşadıklarını çarpıcı bir üslup ve gerçeklikle dile getirir. Yazıldığı dönem itibariyle bu oldukça etkili bir hikayedir. İstanbul’da yaşamış ve “Doğu”yu görmemiş yazar, o dönem Hakkari’sindeki yoksunluk, fakirlik, uzaklık, cahillik, zorlu doğa şartları karışısında hayrete düşmüş ve roman ve öykülerinde gördüklerini anlatmıştır. Genç öğretmen, Hakkari’de Bir Mevsim romanında burada yaşadıklarını bir kurgu eşliğinde dile getirirken, Doğu Öyküleri öykü kitabında parça parça olaylara ve anlara şahit oluruz. Hakkari’de Bir Mevsim Romanını okumuşsanız, bu öykü kitabındaki hikayeleri ve karakteri tanıdık bulursunuz.
Kitap iki bölümden oluşuyor. Birinci bölüm “Doğu Öyküleri” dört öyküden, ikinci bölüm “Minimal Doğu Öyküleri” ise on yedi küçürek öyküden oluşuyor. Doğu Öyküleri başlığında sunulan öyküleri yazarın yine Hakkari deneyimlerinden yola çıkarak yazdığı ve Hakkari’de Bir Mevsim romanının bir parçası niteliğinde. Bu bölümdeki dört öykü de oldukça etkileyici ve anlamlı öyküler. Minimal öyküler ise küçürek öykü diyeceğimiz öykü türünün en önde gelen temsilcilerinden olan yazarın ortalama yarım paragraflık öykülerinden oluşuyor.
Doğu öykülerinde, Ferid Edgü’nün Hakkari’de bir mevsim kitabından tanıdığım üslubu burada aynı etkiyle yer alıyor. Ferid Edgü’nün o melankolik ruh halindeki “aydın” karakteri(kendisi)’nin bazen kafkaesk bir atmosferde, bazen tekinsiz ve bulanık zeminlerde ama hep buğulu, hep sisli ve hep kararsız gerçekliğinde o ilk kez tanıdığı ve adeta ilk kez farkettiği insanla karşılaşmasını ve etkileşimini anlatır bu hikayelerde yazar. Ferid Edgü romanında ve öykülerinde hep kendini merkeze koyar. Anlattığı aslında sadece kendisidir. Hem Hakkari’de Bir Mevsim’de, hem de buradaki öykülerinde, bunu belki biraz da eleştiri olarak söylüyorum, aslında onu sarsan ve etkileyen coğrafyayı veya insanları anlatma ve onları anlama çabasında değildir. O bu coğrafyada bu insanların arasında kendisini yeniden tanımlamaya ve algılamaya çalışır. O da bir “yaban”dır aslında. Belki de yıllardır ülkemizde tartışma konusu olmuş klasik aydın bakışına sahip bir dıştan içe çığlıktır.
Yazar bazen düşle gerçeği, sayıklamayla, bilinci, kendi kendine konuşmayla diyaloğu, varlıkla yokluğu birbiri içinde eritir. Ayaklarınızın altındaki zemin yer yer bir bataklık gibi sizi içine çeker bazen de bir boşluğa düşmüş hissine bürünürsünüz. Hep depresiftir, mutsuzdur, bunalımlı ve karmaşık ruh halindedir. Kafka romanlarındaki gibi mutluluğunda da mutsuzluğunda da kararlı ve net değildir. O hep bir buzlu camın arkasındadır. O uzak insanların yanındayken bile gerçekten uzaktır. Yazarı bu kadar sarsan da belki budur. Bu kadar yakınken bu kadar uzak insanların var olabileceği gerçeği.
Öyküler, Ferid Edgü’nün kendine has üslubu ve kurgusuyla, okuyan kişiyi hemen o farklı evrene girdiğini hissettiren çarpıcı öyküler. Özellikle derinlikili ve vurucu cümleler konusundaki becerisini küçürek öyküler bir yana bu öykülerinde de yer yer gösteriyor yazar. Üzerinde düşünülmüş işçilikli cüceler okuyorsunuz sürekli. Her cümle üzerinde durulmuş hissi uyanıyor sizde.
Ferid Edgü her ne kadar Doğu coğrafyasının en ücra noktalarında geçenlerden yola çıkarak öyküler anlatmış olsa da, bu öyküler ne ajitasyon, ne isyan ne de ideolojik bir unsur içerir. Okuyucuya sadece insan kalır ve insanlar. Bu yönüyle de hassas bir noktada ustaca edebiyatı herseyini üstüne çıkarabilmiş yetenekli bir yazardır.
Son dönemlerde benim okumaktan keyif aldığım yazarlardan birisi oldu Ferid Edgü. Özellikle küçürek öykülerini bir şiir süresinde okuyup, o öyküye dahil olmak bana sihirli bir deneyim gibi geliyor. Her şeyin tüketim malzemesi haline geldiği ve anlamsız bir hız girdabında savrulduğu ve yüzeyselleştiği bir dönemde, bir anda koşarken karşınıza çıkan dibi görünmeyen bir kuyu gibi bu öyküler. Ya durup içine bakarsınız ya da içine düşersiniz. Tepkisiz kalıp geçmeniz mümkün değildir. Öykünün şiiridir yani bu. Bu kitaptaki minimal öyküler daha ziyade diyaloglardan oluşuyor. Küçürek yani minimal öyküler daha ziyade bir anın fotoğrafı gibi. Ötesi ve berisinden ziyade tüm yaşananların ruhunun yansıtıldığı o özel anın peşinde bir öykü türü. Oldukça zor, oldukça teknik ve maalesef bir o kadar da suistimale açık. Yeni ve gelişen bir tür. Umarın Ferid Edgü’nün yolundan giden yetenekli öykücülerimiz çoğalır. Yeni yeni küçürek öyküler okuma şansımız olur böylece. Belki kısa bir metro yolculuğunda, belki yürürken, belki teneffüs arasında belki lavaboda bir öykü okuyabilmenin lüksünü yaşarız bizde.
Sön söz; Ferid Ergün’ün tüm kitaplarını okumanızı tavsiye ederim. Hem bilmek hem de bildiğini unutmak için…
Değerlendirmeyi video olarak izleyebilirsiniz.