Saçlarım ağarmış olmalı. Yüz hatlarım gergin ve farkındayım ölmek için erken olduğunun doktor. Çocukların ağzından fırlayan küfürler duvarlara çarparak yüzüme değiyor sanki. Doktor hayretle bakıyor. Gözlerime bakıyor, gene de bilmiyor neden ağladığımı. Karnımda daha önce rastlamadığım ağrılar uzun zamandır peşimdeler. Kalp atışlarım kendi derdinde. Sigara içmiyorum doktor diyorum. Peki bu ağrılar neden diyor. İnandıramıyorum saatlerin ağır ağır ilerlediğine. Dinlediğim şarkıların sayısı, konuştuğum insanlardan neden daha kalabalık? Soracak oluyorum, pencereyi açıyor birileri. Dışarıda ne varsa doluyor içeriye. İçeride ne varsa göğe saplanıyor. Sormasam da geçer bu saatler o yüzden. Ama kolay dinmez bu ağrılar. Aramızda nitelikli bir mesafe oluşuyor doktorla. Bir şeyler çoğalırken bazı şeyler neden azalır hep? İçimde biriktirdiğim seslere kulak kesiliyorum bu defa. Olaylara bakışım değişmiş olmalı. Büyüyoruz ya ondan olabilir mi? Şaşkınlık derecem olağanüstü mesela. Abartarak söylüyor, gene abartarak bakıyorum doktora. Yazıya dökmek çok kolay olmuyor bunları. Gerçekten olmuyor. Düşününce mürekkep yön değiştirmiyor doktor, derine dalıyor daha da. Parmaklarımın sükunetini terbiye ederek harflere basıyorum. Bazı şeyleri anlamakta güçlük çektiğimi söylemeliyim. Zira her şeyi anlamak zorunda olmamalıyım diyorum kendime. Tıpkı öldürmeyi kendinde hak gören erkekleri anlamaya çalışmadığım gibi. Zavallıyız doktor. Düşüncelerimiz kötü olabilir, bunda kendimizi göremeyiz. Çünkü bu sadece tanrıyı bağlamıyor. Girdiğimiz hiçbir sokak çıkmaz değil. İçimize bakıyoruz. Tanrı da biliyor. Her şey tanrıya çıkmasa ne olur sanki? Duvarda bilmediğim bazı isimler. Kutsal kitaplardan fırlamış gibiler. Yabancı gibiler. Burada durmayı beceremiyorsak birileri durdurmalı. Okumaya çalışıyorum isimleri, unutmak istediğim isimler çıkıyor. Yanlış yöne sapmış olabilirim doktor. Uyuyunca geçer nasılsa. Dün gece de böyle olmamış mıydı? Biraz zaman geçince öyle olmadığını anlıyorum. Herkes orada. Çıplak ve yalnızlar. Bir sonraki sokağa bakmalıyım hemen.
Günler geçti, bir şey daha geride kaldı. Trenler değişiyor. Hava. Toprak. Gökyüzü. Şehirler ve insanlar. Herkes ve her şey. Kokuyoruz, neden korkmuyoruz doktor? Evet evet bu da böyle doktor. Hatıralar kaldı mı ona bakıyorum. Sayfalarını çeviriyorum önümdeki defterin. Aynı isimler burada. Aramızda kalsın doktor. Kaldığım şehirlerin plaka kodları. Neler olmuş diye geriye bakacak olsam, aynaya bakmaya çekiniyorum. Resmi ölümler artık defterlere sığmıyor. İşi olman giremez hayatıma. Tak bina yıkılıyor gövdesinden. Tozun altından geçiyorum. Üstümde nefti bir koku. Onunki gibi. Seninki gibi. Bütün pis kokan şeyler gibi. Kentsel modaya merak salan evcil melankolikler, aşırı doz kullananlar ve kapı arasında resmi kılıklı memurlar. Fırsatını bulduğumuz an evimizi yıkacak gibi. Yangından kaçmak aklımıza gelmiyor, yanıyoruz. Dışarıdan gelen ateş sadece acımızı acıtmıyor çünkü, iz de bırakıyor. Köpeklerle dalaşa girmemeliyim belki de. Karanlık mı karanlık üstümdeki bulutlar. Sokağın sonunda bir sokak daha görüyorum. Düşlerim desen hangi düşler doktor? Hatırlayamadığım onca vagon. Öleceğiz. Ölünce ağrı da sönermiş. Pencereyi açamıyorum. Düşmekten korkuyorum sanırım. Başım dönüyor. Bir hastalık olmalı. Bir çaresi… Doktor, ölümcül der şimdi gidersem. Doktor her şeyi bilir öyle ya; ama kalbim neden çarpıyor bilmiyor doktor?