Türkiye, Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan, İran, Irak, Suriye, Arabistan, ve hatta Mısır…
Biraz Mezopotamya, biraz Anadolu, biraz Asya, biraz Avrupa ve hatta biraz Kafkaslar ve çevresi. Tarih boyu uğruna savaşılmış kıymetli topraklar.
Uzunca bir geçmişi var Mezopotamya’nın, medeniyetin doğduğu toprakların. Medeniyeti buralara sürükleyen, Dicle ve Fırat nehirlerinin vadileri ile bu iki nehrin arasında kalan bu kıymetli topraklardır. Bir su kaynağı ve verimli toprak eski dönemlerden beri hayatta kalmanın en işlevsel ürünleridir. Medeniyet kavramının çağrıştırdığı şey, tarihtir. Yüzyıllardır süregelen kökleridir. Sümer, Babil, Asur, Akad ve Elam gibi gelişmiş toplumların varlığı burayı bir Mezopotamya haline getiren en eski ve en etkili kavimlerdir. Kıymetli topraklar her zaman beraberinde bilimi, ilimi ve teknolojiyi de sürüklediği gibi savaşı da getirmiştir. En köksüz, medeniyetsiz diyebileceğimiz topluluklar, Rönesans ve Reform hareketleri adı içerisinde doğunun gelenekselciliğinden faydalanarak kendilerini hızlı bir gelişim ve büyümenin eşiğinde bulmuş ve bunun sonucunda bu kıymetli toprakların sahibi olmaya çalışmışlardır. Hala da modernize edilmiş şekilde bu uğraşlarını sürdürmeye devam etmektedirler.
Bütün bu olağanüstü tarih sahnesinde Anadolu’nun, Asya ve Avrupa’yı birbirine bağlayan karma ve bir o kadar kendine özgü bir köprü görevinde olması her zaman gurur kaynağımız olmuştur. Bunun verdiği heyecanla uzun yıllar dünyaya hâkim olmuş devletlere sahip olmuş ancak kapıldığımız kibirle yıkılmaya mahkûm edilmişizdir. Kibir beraberinde yenilik düşmanlığını ortaya çıkarmış, bağnazlığımızla Avrupa’nın yükselişine, teknolojisine, çağına ayak uyduramayıp köklerimize yerleşmiş fesat düşman hatlarıyla yıkılan imparatorluklarımızı tarihin tozlu sayfalarına yazdırmayı başarmışızdır. Yıkılan büyük devletlerimiz ardında şerefli, gurur duyabileceğimiz bir geçmiş bırakmış hatalarıyla bile bugün bize örnek olmayı başarmışlardır. Dünün hatasını bugün yapmamayı milletçe öğrenip tarihten ders çıkarıp gidenlerin yerine yepyeni, bağımsız, güçlü bir ülke olmayı başarmış, tarihimizi ve şerefimizi korumuşuzdur. Ülkece, milletçe ayakta kalışımızı, şanımızı bugün yine çekemeyen dış mihrapların hedefi olmaktan kurtulmayı başaramamış ve hala bu uğurda mücadeleye devam etmekteyiz. Gerçi bu mücadele kıymetli topraklarımız, madenlerimiz coğrafi konumumuzun öneminin yanı sıra bu millete emanet edilmiş İslam dini uğruna olmuş ve olmaya devam etmektedir. Düşünün Ertuğrul Bey döneminden, Osmanlı Devleti’ne ve oradan Türkiye’ye uzanan kim bilir 300-500 yıllık mücadelenin süregelen halini yaşamaya devam etmeyiz. Hiçbir zaman bu kutsal hâkimiyeti çekememiş etkenler bugün bizi adeta atardamarımız olan din olgumuzla, bizi bize kırdırmayı hedef göstermiş durumdadırlar.
Fotoğraf: https://tr.wikipedia.org/wiki/Mezopotamya#/media/File:Mesopotamia.PNG