Yalnızlıktan mütevelitti her şey. Mutsuzluğum da boyumu aşınca durup dururken zor işlere kalkıştım. İlkin, Kestel – Bursa seferini yapan bir minibüste baba olmaya karar verdim. Elif’ti buna sebep. Bembeyaz, sapsarı, masmavi bir kız. Gökkuşağı gibi, rengârenk. Teni, saçları ve gözleri insanı büyülüyor. Şayet doğruysa altı yaşındaymış. Ben Elif’in yalancısıyım.
Vedalar, daima küflü bir hançeri kalbinin tam da ortasına batırıp çevirirlermiş duygusu uyandırır. Yolculuğumun sonuna gelince istemeyerek de olsa Elif’le olan sohbetimi yarım bırakmak zorunda kaldım. Minibüsten inince Müjde’yi düşündüm. Sonra yanlışlarını, bana yaşattıklarını düşündüm söverekten. Sonra sinir olunca Müjde’yi düşünmekten vazgeçtim. Vazgeçişimden kısa bir süre sonra yoldaki sarışın kadının gülüşü Müjde’yi çağrıştırdı tekrar, ben de tekrardan vazgeçmekten vazgeçtim. Sonra dedim ki; ‘Müjde’den dedim, iyi anne olur!’
Anneannemin kabrini ziyarete giderken yaptığım beyin fırtınasıyla ‘artık dayımla dünyevi konuları konuşmanın zamanı geldi de geçiyor,’ bile, dedim. Ve aile büyükleri ile çoğu konuyu konuşmak üzere karar aldım. Anneannemin kabrine yaklaşırken, ‘insanlara sağ iken değer vermekte fayda var,’ gibisinden geçirdim içimden. Ama genelleme yapmadım. Bu durum herkes için geçerli değildi çünkü. O vakit, ilk kez büyüdüğümün farkına vardım. Delicesine çocuk kalmak isterken büyümekte karar kıldım.
İnsanlara güvenmemek üzere ettiğim yeminleri hatırlamamak ve sigarayı bıraktığımı unutmak için geçici hafıza kaybına yol açan her yöntemi denedim. Sigaranın ilk fırtının baş döndürücü deneyimini tekrar yaşarken ilkmiş gibi gelmesi de geçici hafıza kaybındandı. Derken en sevdiğim parkın içine sıçan güvercinlere çok kızmama rağmen yine onlara yem atmaya karar verdim. Bu da demek oluyor ki yeniden merhametli olma kararı aldım. Üstelik, bu kararın tamamen aleyhime bir karar olduğunu bile bile yaptım bunu. Ve biliyordum ki; her insan kendi sonunu kendisi hazırlar. Bunun için başka hiç kimseye gerek yok!
Değişmeye karar verdiğimden kahvehaneye gittim, insanların içine karıştım bodoslama. Büyük dertlerin, sorunların, telaşların bile ti’ye alındığını gördüm, yeniden. Sonra dedim ki; şikâyet etmeye hakkın yok, bunu bizzat sen istedin. Kararlarının neticesine katlanmalısın.
Sonra gördüklerimi unutmak için alkole başladım. Acımasızlık, vurdumduymazlık, onursuzluk, gurursuzluk ve basitlik karşısında kullanabileceğim bir çok namlulu roketatarım olmadığından, bilindik silahımın namlusunu, alkol şişesini ciğerlerime doğru doğrultma kararı aldım. Kısacası her zamanki gibi gücüm yine kendime yetti. Peki öldüm mü, hayır!
Ölemedikçe öfkelendim. Bir gün aniden çıktım evden ve Türkan’ın kapısına dayandım. Dedim ki; ”Müjde’den iyi anne olur ama ben yine yanlış olduğunu bile bile bir yanlış daha yapmak istiyorum ve seni tercih ediyorum. Hep öyle değil midir zaten? Bile bile yanlış yapmaz mıyız hepimiz? Şimdi, geçmişte yarım bıraktığın işi tamamla ne olursun. Beni öldür! Aldığım en doğru karar da bu sanırım: Yaşamımın merhametsiz bir katil elinden son bulması isteği. Cümlelerim kırıcı olabilirler. Üzgünüm, ölmek üzere olan bir adam için hâlâ fazla kibarım. Bu, beni yetiştirenlerin kabahati. Aşırı inceliğim sebebiyle affet, olur mu?”