Nabzımın azizliğine uğramadan içimden geçen ıstırabı dile dökmek istiyorum. Istırap diyorum; çünkü dilime değen bu korkuyu başka türlü atamam. Kangren olmuş bir zamanın içinde tuhaf gelebilir bu yaklaşım. Zaman akar ve yol gider. Karanlık çoktan çökmüş ve rüyada ne gördüğümü kimse merak etmiyor. Sabahın ilk saatleri, güneşin sarılığı tamamen sonbaharı çağrıştıracak kıvamda ve yağmur yağmıyor. İçindeyiz evimizin ve kuşlar düşüyordu damdan. Aslında başladığım yere gelme cüreti göstermeye gayret ediyorum. Kendimi ikna etmekten başka, elimde ne var ona bakıyorum önce. Olacak şey değil, hiçbir şey yok. Bir maske. Maskeden dökülen kan ve bir tragedya. Tragedya biter mi? Böyle soru mu olur? Tragedya devam eder ve insan ölür. Acıyan yanlarımıza bakalım ve öyle konuşalım şimdi. Hatta acıyan yanlarımızı yok etmeden acı çekmeye devam edelim istiyorum. Okuduğum bir şiirden özel satırlar gibi geliyor. Bu sözleri zihnim açık söylüyorum bu yüzden. İşlediğimiz günahlar. Şeytani yanımızı gelip alıyor yanımızdan. Joker hemen karşımızda. Göremediğimiz eşya, bakıp da tanımadığımız insanla baş başa kalmak istemiyor.
Buraya kadar bazı şeyler anlaşılabilir. Birçoğumuz için de fazla dağınık. Bu esnada her şey çok geç olmuş da olabilir. Geriye dönüş de olamayabilir; bu defa yeni bir telaş doğmuş olacak. Büyüyecek ve daha büyüyecek. Bir sabah ansızın uyanacağız ve savaşlar devam ediyor olacak. Ölenler, yaşayanlara karışacak. Bedeli ağır ödenmiş bir acı. Bunu yapabilir miyiz, göze alacak kadar meşhur muyuz bu dünyada? Ya da tragedya sahibi olacak kadar soylu muyuz? Savaş isteyecek kadar kötü değil yazgımız; fakat hayatımız, tragedya olacak kadar soylu değil.
İşte başladığımız yere yeniden adım atmış durumdayız. Elimizde kalanlara bakıyoruz: Todd Phillips’in yönettiği The Joker. Yıl.2019. Filmin konusu ve hikayesi kamuya açık bir alanda her an gelecek olan sarsıntının içinde bize göz kırpıyor.
Artık. Fakat. Zor. Bildiğiniz gibi değil bu iş Robert De Niro
Hissetttiklerim ve düşüncelerim safi olduğundan mürekkebe almak benim en naif haklarımdan biridir diyerek koşmak istiyorum.
Sıcak gündemin en çok konuşan filmlerin başında geliyor kendisi, gönlü barıştan yana olanların dışında tabi. Gerisi okyanusun altında bir mavilik. Joker (Artur Fleck)’i aynanın karşısında makyaj yaparken görüyoruz. Üstünde kostümü, ayna da grotesk suratı. Birazdan olacakları anlatır gibi. Arkadaki aynada kendimizi ifşa etmek için fırsat kolluyoruz.
Kan. Acı. Anne. Baba. Şöhret ve piçlik.
Flah back: Geçmişi olmayan kahraman.
Bugüne geliyor, şimdiyi yaşıyoruz. Daha önce birçok anti karakterin başına gelen olay burada Joker’in de başına geliyor. Zaman ve mekandan bağımsız düşünemediğimiz Joker’in intikamının nobranlığı kanımızı yırtmayı başarıyor. Bir gün herkes ölümü tadacaktır. Dikkat! Burada sanal reklam uygulanmaktadır: ‘’Joker’’ içimizdeki Dionysos’tur. Ağladığımızı bilerek gülüyoruz. Tragedya’nın karnını deşecek değiliz, ama şöylemesine yakından bakınca dudaklarından akan kanın bile bize hak verdiğini söyleyebiliriz.
Belki de bu yüzden kendisini yakın buluyoruz kendimize. İçimizden gelen dürtü her ne ise bize onu dışlamamamız, hatta anlamaya çabalamamız gerektiğini hatırlatıyor. Bundan sonra ondan kaçabilir miyiz, onu kestirmek güç; zira artık gördük ve şahidiz. Bununla kalmadık, işlediği günahlara da göz yumduk. Suçluyuz ve susuyoruz. Kaldı ki anlamasak da anlayış gösterebiliriz. Kaçacak delik arıyoruz.
Mesele şudur ki, Joker’e vaktiyle dolaylı ya da dolaysız kötülük yapanın cezasını bulduğu bir hatırat aynı zamanda. Golham’ın duvarlarında suretimizin çürümüşlüğünü de görmüş olduk. Farelerin cirit attığı lanet bir şehir oysa. Burada suçlu olmak için şartlar son derece müsait. Sistemin tamamen yok saymasa da çürümeye bıraktığı Joker’i sahiplenmemiz ne kadar dürüst bir davranış onu savaşın sonunda anlayabiliriz ancak, gene de tarafımızı belirlemiş olmanın haklılığı içinde bağırıyoruz. Merdivenlerden yürümek yerine dans ederek yani bir bakıma esrime yoluyla cehenneme inmesi başka neyle izah edilebilir? Müzik ve dans ve kendinden geçme devinimi.
Şimdi burada Joker’i suçlayabilir miyiz? Kötülüğün tırnakları, televizyonun çapaklarına çarparak ve şehrin izbeliğine tamah edercesine uzuyor. Arasında sıkışmış kir, kirden çıkan koku ve kokudan kaçan şehrin insanı. İntikamımızı meşrulaştırmak için ille de ezilen olmak zorunda değiliz. Çarkın kanunları çark’ı bağlar. Ezenin ezilenden aldığı balyoz, arka bahçemizin bir yerinde gömülü olsa da leş gibi kokuyoruz. Kurtulmak için elbette çareler var, ama bu kurtuluşu başkasına bırakamayacak kadar geleceğimize sahip çıkıyoruz. Korktuğumuz için suç işlemeye veya öldürmeye devam ediyoruz. Sistem bize bunu layık görüyorsa layıkıyla yapmak bizim en gayri meşru vazifemiz. Toplumun yoksulluğu Joker’in isyanında vücut buluyor, bir bakıma mevcudiyetini tamamlamış oluyor toplum. Eksilen sadece ezen olmadığı gibi ezilen de olmuyor. İç içe.
Joker için dürüst bir katil de diyebiliriz. Zira iyi yanlarının tamamıyla kurumadığı, kendisine iyi davrananların dokunulmadığını unutmamalıyız. Dürüst olan aynı zamanda samimi de. Derler. Hatırlamak için kendimize söz versek, birinin yardımına ihtiyacımız olacak. Artur’a gidiyor aklım her defasında. İkimiz de insanız ve karışmak istiyoruz kalabalığa. Engellerin arsında bulamıyoruz kaybettiklerimizi; çünkü bulmamızı istemeyenler hemen arkamızda bizi takip etmekte ve gülmektedirler. Kanuna bırakalım diyecek kadar romantik bir yanımız kaldı mı, savaşacak halde miyiz, yoksa gücümüzü birileri hadım etmelerine göz mü yumacağız? Ne kadar gayya kokuyor söylemlerimiz.
Anlatımız mı demeliydik yoksa?