Düşündüm de hayat o kadar da sıkıcı bir yer değil. İnsanlar garip de değil. Durumu zorlaştıran bizleriz. Devleti taşlayan, sürekli politik konuşan, yalnızlığı seçen, çıkar ilişkileriyle kurduğumuz sofralara ve hazırladığımız yemekleri daha derli toplu ve tuzsuz yaparsak muazzam olur. Her şeyi eleştirmeyi bıraksak yani tadında eleştirsek… Çünkü arka planda ne yaşandığını hiçbir zaman bilemeyiz. Bu tiyatro oyununda, hiç alkış almayan dekorcular gibi bir şey… Sözüm Tanrı’ya değdi. Hissettim. Ona değmeden de olmaz ki. Sonuçta bir yaratıcı söz konusu ve mucizeleri dinlemeyi seven hala insanlar var. Neyse bahçede çiçekler solmuş, vapur gecikmiş, yağmur yağmış, kadın dövmüş, erkek ağlamış gibi şeyler söylemeyelim birbirimize… Biraz duralım. Duralım. Sessiz işte… Biraz şu dünya sakin ve sessiz kalsın. Lütfen. İyi şeyler söylemeye çalışıyorum ama hiçbir zaman işe yaramıyor. Bu dünyaya yazdığım çok kaçıncı mektubum; ya ona ulaşmıyor mektuplarım ya da işine gelmiyor söylediklerim… Durun biraz! Bu ülkede 20 yıldır aynı oyunu oynayan insanlar var. Ne kadar güzel bir şey yapıyorlar değil mi? –bu kısımda çok fazla ironi vardır- Artık beynimi güncellemek istemiyorum. Çünkü diğerleri benim kadar güncellediklerini zannetmiyorum. Yapı olana inanıyorum. İnsan dediğin geliştirmeli kendini, her gün piramit misali koymalı tepesine koca koca taşları… Napıyoruz?
Uzaktan ıhlamur dinliyorum. Kış gelmiş, dayanmış elektrik tellerine, dokunsak paramparça olacak elektrik… Uzaktan rezene dinliyorum. Mideme o kadar iyi geliyor ki, karşımda duran Orhan Veli hiçbir şey yapmıyor. Zaten garip bir adam… -burada zerre gönderme yoktur- Ayaklarım titreşiyor. Üşüyorum. Ellerim diğer ellerime dokunmak istiyor, göğsüm manzaraya ayak uyduramıyor. Şarkı hatırlamaya çalışıyorum. Belki Gülten Akın belki Marquez. İnsan uzun ama akılda kalıcı şeyler yapmak istiyor. Haklısınız. Hepsi tek bir şeye çıkıyor. Bir kapıya… Ama bence önemli olan bir kapı değil. Kapının arkasında olan bir şey… Küçük, büyük fark etmez.
Bitmeyen bir film izlemek istiyorum. Kendimi izlemekten sıkıldım artık. Artık içinde bulunduğum kısa filmler bile o kadar kötü ki. Gerçekten 60 dakikanın çok uzun olduğunu anladım. Her yerde kendimi görmekten ve fotoğraf yapıştırmakta yordu artık beni… Durulmak istiyorum. Hep beraber el ele tutuşup kutu kutu penseyi oynayalım mı? Düşünsene bu kadar insan oyunun sonlarında birbirlerine ters dönmüşler, şarkı söyleyerek ve gayet saf duygularla dönüyorlar. İlk defa burada başlarımız dönmüyor. Muazzam!