Dünya Kupası tüm hızıyla devam ediyor. Ülkemizde de seçimlerin yapılmasının ardından en önemli gündemlerden biri Rusya’da düzenlenen bu organizasyon oldu. Herkes kendini maçların heyecanına ve takımların gruptan çıkma ihtimallerine kaptırmışken ben Kupa’nın farklı bir boyutuna dikkat çekmek istiyorum.
Futbol hakkında derin ve kapsamlı bilgiye sahip değilim ama her zaman Dünya Kupası’nın sıkı takipçilerinden olmuşumdur. 2018’deki turnuva öncekilerden biraz daha farklı hikâyelerle ilerliyor gibi. Hollanda ve İtalya’nın Rusya’ya gelme hakkını kazanamaması ile başlayan süreç devamında da alışık olmadığımız durumlarla devam ediyor. Gruptaki iki maçını da kazanan Fransa’nın oyunu otoriteler tarafından tatmin edici bulunmuyor ve eleştiriliyor. Son şampiyon Almanya da ilk maçtaki Meksika mağlubiyetinin ardından oynadığı ikinci maçın son dakikasında attığı golle kazandığı üç puan sayesinde üst tura dair ümidini koruyabildi. Yine bu ekipler gibi Brezilya’da İsviçre beraberliği ile başladığı 2018 macerasında Kosta Rika karşısında kilidi son dakika golleriyle açabildi. Güney Amerika temsilcilerinden bahsedince Arjantin’in yaşadığı trajediye de değinmek gerekir. İki maç sonunda yalnızca bir puan topladıklarında Arjantinli taraftarlar şanslarının devam etmesi için Nijerya’dan İzlanda’yı yenmeleri adına yalvarmaya yakın ricalarda bulunmak zorunda kaldılar. Bu rica karşılık bulsa da sıralamaya baktığımda Tangocuların hâlâ gruptan çıkma ihtimali en düşük takım olduğunu görüyorum. Örnekler sıralamakla bitmiyor; İspanya grubun son maçında puanı bulunmayan Fas’tan bir puanı uzatmada attığı gol ile alabildi.
Yukarıda anlattıklarım uluslararası anlamda dünyanın en önemli organizasyonuna keyif katıyor. Yüksek rekabet düzeyi dolasıyla seyir zevki de artıyor. Ancak ben sadece keyif almakla yetinmedim bir de bu durumun altında yatan nedenlere dair bir soru ürettim ve farklı uzmanlık alanlarından insanlarla görüşüp bir fikre sahip oldum. Bulduğum cevaba göre dünya devlerinin nerdeyse hepsinin içinde bulunduğu sıkıntının temelinde futbol ekonomisinin son yıllarda geçirdiği evrim yatıyor. Şöyle ki futbol liglerin yayın gelirlerinin ve marka değerlerinin fahiş artışlar gösterdiği bu dönemde kulüpler oyuncu bonservislerine akıl almaz bedeller ödemeye başladılar. Daha önceki senelerde ancak dünya devleri ülkelerin vatandaşı olan futbolculara verilen(bazı istisnalar dışında) yüksek ücretler artık her milletten futbolcuya sunuluyor. Böyle olunca da her ülkenin milli takımında hem bonservis bedeli hem de maaşı yüksek yeni model yıldızlar türedi. Sonucunda da “dünya devleri” ile diğer ülkelerin sahip oldukları kadro kaliteleri arasındaki makas gittikçe daralmaya başladı. Küreselleşmenin esintileri içinde paranın yeni düzeninin(bu ifadeyi yazı daha gösterişli dursun diye ekledim) getirdikleri bize daha keyifli maçlar izletiyor ancak “devler” buna nasıl bir reaksiyon gösterecek bunu zamanla göreceğiz. Her şey aynı şekilde devam ederse önümüzdeki turnuvalarda Almanya’yı perişan eden bir Senegal’den ya da Fransızları canından bezdiren Fas’tan sıklıkla bahsedebiliriz ve bu hiç de uzak bir hayal değil hatta olası bir gerçeklik. Burada herkesin aklına şu soru geliyor, biliyorum: “Acaba Brezilya’yı sahadan silen bir Türkiye de görebilir miyiz?”. Bu noktada bir parça Yeşilçam havasına giriyorum: “Kızım veya oğlum görebilecek mi doktor? Söyle hadi söyle görebilecek mi?”. Maalesef bizim memlekette durum şimdilik böyle. Nasıl bitireyim ki, Allah’tan ümit kesilmez.
Keyifli ve de çekişmeli bir 2018 Dünya Kupası izlemeye devam etmeyi diliyorum. Mevzular sararsa biraz da spor-siyaset işine burnumu sokarım. Maksat yeşillik olsun.