Haramiler’in Oyunu Saltanata Sığmaz

Geçen hafta perşembe günü, İBB Şehir tiyatrolarının yeni oyunu Haramiler’i seyretme fırsatı buldum nihayet. Gaflet değil de niçin fırsat diyorum; sanırım oyunda emeği geçenlere dil uzatmak endişesi beni bundan alıkoyuyor. Yoksa oyunculara domates ya da buna benzer şeylerin fırlatıldığı dönemlerde sergilenseydi bu oyun, domates atanlardan biri de ben olurdum sanırım. Müzmin bir seyirci olarak oyunları açıkça beğenilerimi dile getirebilme cüretini gösterebiliyorsam duygularımı iğneleyen, kulaklarımı tırmalayan bu oyuna da birkaç pasaj ayırabilme özgürlüğüme sığınıyor olmam hayretle karşılanmaz, diye umuyorum. Bundan güç alarak lafı hiç eğip bükmeden ve kavramlara boğmadan sizleri açıkça konuşmak istiyorum: Şehir tiyatrolarında her ne kadar dönem dönem zayıf olduğunu düşündüğümüz oyunlara karşılaşsak da hafızamı yokladığımda hiçbir oyunda bu kadar ofladığımı, zamanın akmadığını hatırlayamadım. Oyunun süresinin 3 saat 10 dakika olması ve 0,5 hızla akmasının başka bir açıklaması varsa da ben bilmiyorum. Acaba haksızlık mı yapıyorum, algılarımın yol açtığı saldırılara fazla mı kaptırdım kendimi; atmosfere aldanıp yanılıyor olamaz mıyım yani, diye düşünürken ikinci perde başladığı esnada seyircilerin büyük çoğunluğunun salona geri gelmediğine de şahit olunca düşüncelerime yaslanmaya devam ederek oyunun sonunu beklemeye koyuldum. Sahneler art arda akarken arkadan, soldan-sağdan, önden seyircilerin sahneyi terk etmeye devam etmesi rüzgârın bizi sürüklediği yerde kaybettiklerimizi aramanın beyhude olacağını bir kez daha göstermiş oldu. Yarım saatte bir aynı sahneler dönüp dolaşıyormuş algısına kapılmamız bizim mübalağamız olsun. Zamanla boğuşmanın kimseye yararı olmayacaktı bu saatten sonra. Öyle ki; oyuncuların bu süreden rahatsız olduğunu oyunun bir yerinde dile getirmesini yabancılaşma efektiyle açıklamamız ise masum bir yaklaşım olur herhalde.

Bu eleştiri yalnızca oyunun süresiyle alakalı değil elbette, müzikli oyun olmasına karşın müziklerinin duygulara dokunamaması, komedi olmasına rağmen pek güldürememesi, Commedia dell’Arte’den alışık olduğumuz tiplerin aşırı ve yersiz abartılması yahut bunun tercih edilmesi ister istemez böyle düşünmemizi kaçınılmaz hale getirdi. Üstelik hepimizce malûm bir konunun uzatılınca artık bir an önce bitse de otobüsü yakalasak homurtuları baş gösterdi.
Engin Alkan’ın daha önceki başarılı rejilerini seyreden biri olarak “Haramiler”de hayal kırıklığı yarattığı kulağa tuhaf gelse de bu sefer yanıldığını söylemek zorunluğu hissediyoruz. Mükerrer kez seyredilemeyeceği ve hatta elden geçirilmediği takdirde uzun ömürlü olmayacağını düşünmek de su götürmez bir gerçek olarak karşımızda asılı duruyor.

Musahipzade Celal’in Fermanlı Deli Hazretleri, Aynaroz Kadısı ve Atlı Ases oyunundan oluşturulan bu adaptasyonu Shakespeare’in Hamlet’teki o meşhur tiradı hatırlattığını oyunun sonuna geldiğimizde acemi bir şarkıcı misali tekrar ederken usulca yakaladım kendimi. Zaten bunun üstüne kelime sarf etmek beyhude bir çabadan öte gitmeyeceğinden burada son veriyorum yazdıklarıma, zira gerisi lafügüzaf:

“Verdiğim parçayı, ne olur, dediğim gibi, rahat, özentisiz söyle. Çünkü birçok oyuncular gibi söz parlatmaya kalkacaksan, mısralarımı şehrin tellalına okuturum daha iyi. Elini kolunu da havalara savurma öyle; ölçüsünde, tadında bırak her şeyi. Duyduğun coşkunluk bir sel, bir fırtına, bir kasırga gibi de olsa, onu dindirecek bir hava bulmalı, buldurmalısın. Doğrusu, yürekler acısı geliyor bana gürbüz bir delikanlının, takma saçlar sakallar içinde, bir acıyı yüreğini paralarca, didik didik edercesine bağırıp halkın kulaklarını yırtması; o halk ki çoğu kez anlaşılmaz, dilsiz oyunları, gürültü gümbürtüyü sever. Bir oyuncu Termagant’ın kendisinden daha yaygaracı, Nemrut’tan daha nemrut oldu mu, hak ettiği şey kırbaçtır bence. Bu hallere düşme, rica ederim.”

Gecenin ortasında son otobüse tam akbil basabilmenin sevinciyle boş koltuklara sırtımızı dayayıp söylene söylene evin yolunu tutarken camdan yansımalarımızı da hoş sözlerle teskin ediyorduk.

Son Yazılar

Harun Aktaş Yazar:

''Toparlanın gitmiyoruz''