Eğitim camiasında yıllardır tartışılagelen bir sorudur bu: “Öğrenmek mi daha önemlidir, öğretmek mi?” Her iki kavram da birbirini besleyen, birbirini anlamlı kılan iki temel sütundur. Fakat bu sorunun cevabını ararken gözden kaçırmamamız gereken bir gerçek vardır: Öğreten, önce öğrenen kişidir.
Öğrenmeyen bir kimse, nitelikli öğretemez. Zira bilgi birikimi olmayan bir kişi, sadece söz tekrar eder; zihinsel aktarım yapamaz, mekanik yönlendirme yapar.
Bir öğretmenin etkili olabilmesi için öncelikle öğrenmeye açık olması gerekir. Yeni bilgileri takip etmeyen, gelişime kapalı kalan bir eğitimci; günceli yakalayamaz, nesille bağ kuramaz. Oysa öğrenmeye devam eden bir öğretmen; vizyon da aktarır. Çünkü öğrenmek, öğretmenin ahlaki yükümlülüğünün de bir parçasıdır.
Ancak öğretmek de, başlı başına bir erdemdir. Bilgiyi doğru yöntemle aktarmak; başkalarının hayatında iz bırakmak, toplumu aydınlatmak, cehaletin karanlığında bir mum yakmak demektir. Öğretmek, toplumsal bir görevdir.
Bu bağlamda şunu açıkça ifade etmek gerekir ki, öğrenmek ile öğretmek arasında hiyerarşik bir üstünlük kurmak yerine, bu iki kavramı birbirini tamamlayan bir döngü olarak görmek daha sağlıklıdır. Öğrenmeyen öğretemez; öğretmeyen ise öğrenmenin kıymetini anlayamaz.
Öğretmenlik mesleği, sürekli bir öğrenme yolculuğu gerektirir. Her öğrenci, yeni bir bakış açısı; her sınıf, yeni bir tecrübe demektir. Bu yüzden, mesleğini layıkıyla icra etmek isteyen bir öğretmen, hayatı boyunca öğrenmeye ve öğrendiğini aktarmaya devam etmelidir.
Sonuç olarak, öğrenmek ve öğretmek bir terazinin iki kefesi gibidir. Biri olmadan diğeri eksik kalır. Ancak önce öğrenmeden, hakkıyla öğretmek mümkün değildir. Bu nedenle, öğrenme arzusu her öğretmenin ruhunda canlı kalmalı; öğretme heyecanı ise öğrenmenin meyvesi olarak görülmelidir.