Esrik Rüyâlarım Yahut Neden Yazıyorum*

Bu başlığı niye attım ya da bu soruyu neden soruyorum? Bunları söylersem ayıplanacakmışım gibi zavallı bir korku var üzerimden atamadığım. Arkadaşlarımın benimle paylaştıkları sırları ifşa etmek gibi. Sırlarına sadık kalacağımdan emin olsam da böyle hissederim. Ama bu soruyu da sormak istiyorum her defasında kendime. Size diyemiyorum; çünkü içinde bulunduğumuz şu melun günlerde parçalanmış bu sorularla muhatap olun istemiyorum. Bir kaybedişin kılıf bulma gayesinden hallice. Emin olamadığım bir mesele de şudur; Ben yazar mıyım? Sorduğuma göre, cevabın da muhatabı benim. Şüpheyi her zaman hafızamın bir köşesinde saklı tutarım çünkü. Basılmış, okunabilecek bir kitaptan bile yoksunum sonuçta. Yabana atılacak bir cümle değil kurmaya çalıştığım bu cümle. Kelimelerle aram fena sayılmasa da suyu bulandırarak soru değiştirerek soruyorum: ben şair miyim? Bakmayın, hoyratça kelimeleri savurduğuma, kabuğu ortadan kırılmış faili meçhul bir ürkeklikle boğuşuyorum kelimelerle. Ama öte yandan on dokuz yıldır düzenli olarak tek yaptığım eylem olduğu da bir hakikat. Bu eyleme şahit olanların isimlerini saklı tutarak söylüyorum tabii. Ağzımda ne geveliyorum o zaman, ne ima etmeye çalışıyorum? Beni anlamadıklarını ya da neden birçokları gibi okunmuyorum demek mi istiyorum acaba? Şimdi buna hayır, böyle bir düşünceden çok uzaktayım desem inandırıcı gelir mi size kelimelerimin astarı. Bu ikisi değilse de ne?

Sorduğum soruya cevap verişimi başka neyle izah edebilirim? Hadsizlik, bilmişlik edasına girmek değildir de nedir bu? Gene soruyla karşılık veriyorum gördüğünüz üzere. Hayata karşılık veremeyen şu kendini bilmezin söylediklerini işitiyor musunuz? Kusura bakmayın, şunu söylemeden edemeyeceğim; Georges Perec’in “Doğdum” kitabını okumuş olmasaydım bu yazıyı da yazmayacaktım. Sanırım böyle bir derdimiz de olmayacaktı. Fakat iyi yazarları okuyunca insana öyle bir özgüven saplanıyor ki sormayın. İyi ki bu yazarı okuyorum, demekten başka çare bırakmıyorlar size. Doludizgin atı dizginlemekten daha zor bir uğraş bu. Eğer bunu sayıklamak bir kabahatse suçlusu da az önce adını itiraf ettiğim yazarın bizatihi kendisidir. Tutanaklarda böyle geçsin isterim. Yazarın yaşadığı onca acıdan sonra bu şuursuzluğu yapmaktan men ediyorum kendimi. Kaldı ki bu yazar kadar cesur değilim; yazarın adını veriyor olmam yazdıklarıma makul bir kılıf dikmekten kaynaklanıyor. Onun arayışlarının yanında benimkisinin adı bile okunmaz nihayetinde. Geçmişimize şahsi bir not bırakmak da diyebiliriz. Buraya kadar yazdığım her kelimeyi okumadan silmeyi tasarladıysam da doğrusu kıyamadım, zira duygusal olarak bu kadar yükselebileceğim başka bir gece daha yakalayacağıma ihtimal vermedim ve vazgeçtim silmekten. Bu fikri uzaklaştırdıktan hemen sonra başlığın haddinden fazla büyük anlamlar barındırdığı gerçeği gözüme çarptı. George Orwell’ın “Neden Yazıyorum” makalelerinden oluşan kitabının ismi yanım sönüp duruyordu karşımda. Bu kadarını da yapmak fazlaca küstahça olurdu çünkü. Aslında yazmak, tam böyle bir şey işte; küstahçadır. O yüzden başlığa da dokunmadım, dokunmuyorum.

Ne yazarsanız yazın, yazdıklarınızı hep başkalarının aşkıyla kıyaslarsınız ve bu kıyas sizi hep dibe çeker. Siz yapmasanız da birileri yapar, haklı olarak. O kadar yüksek bir yerlerdedirler ki bu isimler ne yazarsam yazayım onlara erişemeyeceğim düşüncesi sizi en olmadık yerinizden kanatır. Döktüğünüz her kelimeyi içinize atarken yutkunarak gökyüzüne bakarsınız. Hıçkırık gibi bir şeydir bu. Boğazınız düğümlenerek devam edersiniz yaranızı sarmaya. Her şeye rağmen dışarıda sizi anlayabilecek bir göz ararsınız. “Yazmasaydım deli olacaktım” diyen Sait Faik’i hatırlarsınız belki de. Hah işte birazdan diner bu acı, diye kendinizi avuturken buldum derken, nafile, bu da derman olmaz derdinize.

Bu sefer, yazıyorum da ne oluyor, dersiniz, ki azımsanmayacak kadar çoktur “bu seferler”. Bari dergilerde yazdıklarım yayınlansın, belki geçer bu acı dersiniz; sonra gayret edersiniz bir şekilde yayınlanır. Kitaptan bahsetmiyorum bile. Hiçbir şeyin değişmediğini fark edersiniz. Yazmak bu değildir çünkü. Bir şey’e bağımlılık duymak gibidir yazmak, neden yazdığınızı bilemezsiniz, ama o şeyi istediğinizi hissedersiniz. Mantıklı bir cevap da aramazsınız. Bu esrik hallere mantıksal cevaplar aramak zaten saçmadır. Kabahatler kanununda kendine kalınca yer bile bulur, biraz zorlasak.

Bu yazıdan önce onlarca yazı var başladığım. Öyle büyük bir arzuyla başladım ki her birisine, yazdıkça o arzunun sönüşüne ayak uydurur ve yazmayı bırakırdım. Şimdi ta baştan kurmaya çalıştığım bu yazının çatısını yarım bırakmadan yayınlıyorum.

Bu satırlar yayınlandığında ise dünya dönmeye devam edecek yine, birileri yine utanmayacak yaptıklarından, ne yazık ki birilerinin ihmalleri yüzünden yine birileri ölecek ve yine suçlu görünmeyecek ortalıklarda. Neden yazıyorum, diye sordum da neden rüyâlarımdan bahsetmedim?

Son Yazılar

Harun Aktaş Yazar:

''Toparlanın gitmiyoruz''