Taşları kör kedilere fırlatan postallı ırgatlar
dişi atların kuyruk sallamasını hayra yoruyor
korkarım
korkağım korkularımdan
bunun çirkef bir aması var
ama sabilerin katledilişi kadar soysuz değil atlar
taşların giydiği çapulun rengi belli
beyaz ve biraz daha ak
çıldırmak için başka sebep yok
alt dudağını kemirebilirim güzel atların
bir bakirenin takma dişleriyle
bunun aması yok işte
ama
şehvet değil
tahrik
laubali bir derinlik sanki
içinize doğacaksa bu gizli kuşku
elifi merkebe bindirip
kanımı damarlarımdan kovabilirim namertçe
içimdeki kıpırtının kandan huylanması kahpelikten
ölümün korkusu dişlerimden keskin
ökseye sığınmak gibi zavallıca uyutamam kelimelerimi
öldür diyen ben olsaydım eğer
ağzımın feriştahını sıvazlayıp öyle hırpalardım namluları
ısırmadım dilime dolanan etleri
gelin boğun rüyalarımı yetiyorsa boyunuz
siz de gelin ey kalpazan atları
kısılacak gırtlağı sereyim önünüze
dedim gitti
beşikte ağlamaktan yorulan bebekler
mesnetsiz biblolara dalıyor
delilik budur
aklımı kerhane sokağında yitirmedim
üryan rastladım anneme
doğduysam üryan
kıblesini recmedebilirim babamın
sular çekildi artık
dinlendim öyle kapıldım nefsime
bu masalın akıbetinden şahsıma ince bir sızı ve
kırmızı donundan başka cadının burnu kaldı
bir varmış
miskin bir yokmuş daha var koynumda
var olan
daha neler
işte Yusuf
işte atlar
acayip deyişler bunlar
sahiden bendim kanırtan parmak uçlarımı
zevk pahasına
atların bir aması daha var
gittiler
bir daha uz gittiler
gerdanımda at
nalın altında toprak
esrik kadınların paltosunda kader
duydum ya
kanırta kanırta ısırıyorum gözlerimi
banknotların kenarında yırtık damarlar
altına kaçıran at sinekleri
bezgin dölün ölüsü
ve kadın
ve masal
ve dâhil hatta
ama çıkarma kuyudan atları
Yusuf kadar güzel değilim