Şule Ateş’in “Tevhid” Performansının Yansıtıcı Belleğimizdeki Kalın İzleri

Okuyacağınız bu yazı, görece kısa bir zaman önce epidemi döneminde yılgın bir edayla kaleme alındı. Şimdiye kadar beklememizin sebebi ise yazının bir dergide yayınlanacak olmasıydı; ancak süreç uzadıkça kekremsi bir hâl almaya başladı. Sonunda burada, kendi sayfamda yayınlamaya karar verdim. Şule Ateş’in kendi tabiriyle Alevî inancı üzerine güncel bir performans olarak adlandırdığı “Tevhid/Oneness”e dair genel bir değerlendirmeyi içerir. Unutmadan eklemem gerek. Sonraki haftalarda Ateş’in tasarladığı/yönettiği Türkiyeli Romanları konu aldığı belgesel oyunu “Uzun Yol” incelemesi de paylaşılacaktır. Girizgahı yaptığımıza göre Şule Ateş’ın kim olduğu sorusuna kısaca yanıt vermek gerekir; ki incelememizin bütünselliği açısından son derece önemlidir. Yazarın kendi blog sayfasından referansla; (https://suleates-blog.tumblr.com/hakkimda)

Şule Ateş, Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü’nden 1986’da mezun olduktan kısa bir süre sonra Beklan Algan ve Ayla Algan tarafından İBB Şehir Tiyatroları bünyesinde kurulan Tiyatro Araştırmaları Laboratuvarı’nın ilk öğrencilerinden biri oldu. Ayrıca, Jerzy Grotovski ve Thomas Richards – Work Center, Kristin Linklater – Voice, Ellen Loren – Suzuki, T. Terzopoulos – Biodinamik ve Ellen Stewart (La Mama) atölyelerine katıldı. 1989 – 2009 yılları arasında İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda, 2000 – 2002 yıllarında ise İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde çalıştı.

1996 yılından itibaren, ağırlıklı olarak sahne metnini yazdığı oyun ve performansları yönetti. Gösteri Sanatlarının yanında ‘’Kamusal Alanda Sanat’’ ve ‘’Katılımcı Sanat’’ gibi Türkiye için yeni sayılabilecek sanat disiplinleri alanında, konseptini bizatihi kendisinin geliştirdiği çok sayıda festival, etkinlik ve organizasyonun küratörlüğünü ve koordinatörlüğünü üstlendi. 2003 – 2010 arasında uluslararası ve yerel fon kurumuna proje başvurusunda bulundu. Sahnelediği gösterileri ve organizasyonların bir bölümünü bu desteklerle gerçekleştirdi.

Bir adım daha ileriye giderek 2016 Kasımda Cihangir Akademi’yi kurdu ve buranın sanat yönetmenliğini üstlendi. Bu kurum için oyunculuk, hikâye anlatıcılığı, performans tasarımı, sahneleme gibi başlıklar altında seminerler ve uygulamalı eğitim programları tasarladı. Halen çeşitli atölyeler, laboratuvar çalışmaları, gösterimler organize ediyor ve yürütüyor. Ateş, Pandemi sürecinde de durmayıp Karantina2020 video performans serisiyle çalışmalarını sürdürdü ve bu videoları youtube’ta paylaştı.

Bununla beraber küratörlüğünü yaptığı ‘’DijitalLAB Performans’’ adı altında gösteri sanatları ile dijital teknolojileri birleştirerek yeni bir eğitim ve tasarım projesi üzerinde çalışmaktadır. Daha ayrıntılı bilgi için bkz: (https://suleates-blog.tumblr.com/hakkimda, E.T 25.06.2024)

Son olarak; 2019’da Ateş’in dramaturg/yönetmenliğini yaptığı ve Pınar Göktaş’ın oynadığı “Öyle Şeyler Yalnızca Filmlerde Olur” solo performansı sahnelenmeye devam etmektedir.

Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere bu çalışmalarda, yani ‘’Tevhid/Oneness’’ ve ‘’Uzun Yol’’ da Ateş’in kimlik, geleneksel kültürler ve anlatı formları üzerinde, çağdaş sahneleme yöntemlerine ne ölçüde bir bakış kazandırdığı değerlendirildi. Ateş, kendi çalışmalarını nasıl tanımlıyor sorusuna verdiği cevaptan da anlaşılacağı üzere performans yerine çağdaş reji demenin daha uygun olacağı yönündedir. Ateş’in kimlikle kurduğu ilişkiye odaklanan bu performansların temel amacı ise onun özne ve cinsiyet tartışmaları üzerinden her türlü kimlik siyasetinin reddine yönelik öne sürdüğü argümanların temeline inmek olduğunu hatırlatmak gerekir. Kendisiyle yapılan bir röportajda çalışmaları hakkında şöyle der:

‘’Bugüne kadar sahnelediğim bütün gösteriler bir araştırma süreci içeriyordu. Yıllardır, hikâye anlatımının farklı formlarını araştırıyorum. Geleneksel kültürler ve anlatı formları üzerinde, çağdaş sahneleme yöntemleri ile çalışıyorum. Kasım ile Nasır’da, İran’ın geleneksel anlatı formu Taziye’den yola çıkmıştım örneğin, Uzun Yol’da, Türkiyeli Romanların uzun göç hikâyesini ve kültürünü, çağdaş gösteri formları ile yorumladım. Tevhid/Oneness aynı şekilde… Vakit Tamam Beyler, köy seyirlik oyunlarındaki beden kullanımı ile çağdaş oyunculuk tekniklerinin beden kullanımını birleştirmek üzerine bir araştırmaydı’’. (Mimesis-dergi.org, https://www.mimesis-dergi.org/2021/05/bu-bir-tur-direnc-tiyatro-ekranda-olamaz/)

Tevhid/Oneness, sözlükte, “tek ve bir olmak” anlamındaki vahd (vahdet, vühûd) kökünden çıkan tevhîd “bir şeyin bir ve tek olduğunu kabul etmektir”. Öte yandan tevhîd, Tanrı’nın birliğini mükemmelliğini, evreni yoktan var eden ve onu kuşatan mutlak güç ve şahsiyet oluşunu esas alan bu inanç ve düşünce sistemi bütün semavî dinlerin özünü oluşturur. (Sarıkçıoğlu, s. 22)

Şule Ateş’in kendi deyimiyle köklerinin peşinde, Erzincan’a yaptığı yolculuğu ele alan bir performanstır. ‘’Tevhid/Oneness’’, 2010 yılında, İsveç Konsolosluğu ve İstanbul 2010 Ajansı desteğiyle sahnelenen performansın esas çıkış noktasını Alevî felsefesinin günümüz Alevîliği ile kurduğu paralellik, Alevî müziğinin ve Alevî dansının bugünün çağdaş müziğine, dansına ne denli uyarlanabilir olduğu sorusu oluşturuyor. Ateş, bu yolculukta ‘’Geleneksel müzikten ve danstan yola çıkarak güncel bir sanat tasarımı yapılabilir mi?’’ sorusunun peşinden gidiyor, demek pek de hatalı bir söylem olmayacaktır. Zira bu soruyu katılımcılara da sorarak onları geçmişe doğru bir yolculuğa çıkarmaktadır.
Bu sorularla başlayan performans, Ateş’in kendi çocukluğuna, anne-babasına ait bazı fotoğraflar ve bunların hikâyesiyle yelpaze iyice açılır. Ateş, burada köklerinin izinden giderken İstanbul’da doğup büyüdüğünü, ancak çocukluğunda Erzincan’a gittiğini; otuz yıldır gitmemiş olsa da o bilginin kültürel belleğinde mevcut olduğunu da aktarır bizlere. Köyde, yaşadığı döneme tanık olmuş bazı yaşlı aile bireyleriyle yaptığı sözlü tarih çalışmasının ardından hemen dans gösterisine geçiş yapılması “söz ile hareket” in nasıl birbirine bağlı olduğuna canlı tanıkları olmamızı istiyor sanki.

Öyle ki; Haydar Gökdemir, adlı bir aile büyüğünün devletin köyden bir gece ansızın doksan kişiyi öldürdüğünü söylemesi üzerine? ‘’ben bunu unutmam’’ vurgusu yapılırcasına yerel ezgilerin ağırlık bastığı dans sahnesine geçilir. Ateş, bu sözleri sahnede perdeye yansıtarak kendisin sahip olduğu bu bilgiye katılımcıların da aynı hassasiyeti göstermesi gerektiğini hatırlatır bir bakıma. Ateş’e göre, tanık olunan ya da işitilen bir zulmün karşısında sessiz kalmak kişiyi en az failler kadar suçlu yapar. Bu gibi tarihsel somut veriler, katılımcının sahnelemedeki yaratımının kendine has süreçlerini derinlemesine kavramasını sağlar. (Fischer Lichte, s. 131.)

Dans gösterisinin ardından orada yaşayanların şahit olduğu olaylara çıplak bir gerçeklikle değinilir. Tabii anlatılan acı hikâyelerle sadece Aleviliğin ne olduğu sorusu aydınlanmaz; iktidarın egemenliği altında hangi süreçlerden geçtiğine dair politik cevaplar da aranır. İktidar ile toplumun karşı karşıya kaldığı bu meşum zamanlar, çoğumuzun bildiği; ama yüzleşemediği bu hakikati tarihsel süreçlerle ete kemiğe büründürür. Michel Foucault’a göre iktidar yeri bilinmeyen ve birilerinin elinde bir zenginlik ve bir mal gibi sahiplenilemeyen yalnızca hareket halinde ve faal bir şey olarak çözümlenmelidir; çünkü bireyin iktidarın karşısında durduğunun değil, tam tersine onun faktörü ve aracısı olduğunun, bunun yanında, iktidarın kendisini meydana getiren bireyler aracılığıyla yayıldığının bilinmesi gerekir. Başka bir ifadeyle iktidar, özneyi üretmektedir. Bunu da bir örnekle Foucault şöyle açıklar; homoseksüelliğin bastırıldığını dile getirmenin ve kişinin homoseksüel olduğunu söyleyerek iktidara karşı gelmesinin bir anlamı yoktur, çünkü birey bunu yaparak kendisini iktidarın yarattığı bir öznelliğe bağlamakta ve iktidarın elinde oyuncak olmaktadır. (alıntılayan Çelebi, s.517)

Burada önemli olan; bireyin hangi şartlarda ve ne şekilde söylemin düzeninde ortaya çıktığı ve nasıl cevap aradığıdır. Bu yüzden Ateş’in amacının sadece iktidarı eleştirmek değil, iktidarın Alevî kimliği üzerindeki tarihsel bakışını da dolaylı yönden ele verir; ki bu yönelim, Ateş’in yaşadığı topraklarda var olma çabasına politik bir göndermedir belki de. Judith Butler’e göre kimlik, toplumsal anlamda var olma ve tanınma ihtiyacına cevap veren psişik bir ihtiyaç olduğu gibi insana ait olanın sınırlarını çizen ve bu sınırın dışında kalan insanlara baskı kuran bir araçtır. (Demir Oralgül, s. 49.)

Tevhid/Oneness adlı performansla Ateş’in köklerine dair kişisel bir tanıklık etmenin yanı sıra Aleviliğin kökeni ve bu topraktaki hikâyelerine toplumsal belleğin iktidar tarafından ne şekilde toprak altına gömülebildiği görünür kılınır. Bu video/performans, bir bakıma seyircisine buğulanmış bir ayna doğrultur. Haliyle katılımcıların bu aynayı nasıl sildiği ya da bu hakikatle ne derece yüzleşeceği de unutulmamalıdır. Zaten katılımcıyı performansta tutan, onu değerli kılan yönetmenin bu çabası değil midir?

Bununla beraber, performans, kent insanının yerele olana bakışını da ortaya koyar; çünkü bu yaklaşım, performansın esas noktasını oluşturan gerilimin dışavurumudur; katılımcı tarafından özgül bir şekilde algılanabilmesini sağlıyor. Belgeleme ve kaydetme, geçmişteki sahnelemeler hakkında konuşma olanağını koşulunu doğuruyor. Performans, semahlardan oluşan danslar ile video, film, fotoğraf veya betimlemelerle belgeleme çabası arasında bir gerilim yaratır. (Fischer-Lichte, s. 134.)

Semaha ait figürler, koreograf Bedirhan Dehmen’in yorumuyla çağdaş dans haline bürünür. Gerek toplu danslar gerek iki kişilik solo danslar çatışmayı da doğuruyor. ‘’Bedenin doğru bir şekilde kullanılabilmesi için onun öncelikle belli bir bedensizleşme süzgecinden geçmesi gereklidir, ifadesinden yola çıkılacak olursa’’ (Fischer-Lichte, s. 134.) dans edenlerin bedensel yapısına, yani onun dünyadaki bedensel varoluşuna referans veren her şeyin, geriye onda sadece “saf” bir göstergesel beden kalıncaya kadar defedilmesi gerekmektedir, diye bir anlayış da ortaya çıkıyor. (Fischer Lichte, s. 134) Sahnede sunulan danslar ya da bedenlerle semahın işlenmiş anlamlarını bozmadan daha anlaşılabilir bir halde seyirciye sunuluyor.

Son olarak, bu performansta bedenin mutlak bir şekilde kontrol altına alınması hayal edilmese de bütünsel bir özne vardır. Böyle bir özne kendi istediği her biçime soktuğu bir bedene sahiptir ve onun tarafından hiçbir şekilde belirlenmez veya koşullanmaz. Bu nedenle Ateş, çağdaş sahnelemeyi belirleyen “özne” ve “temsil” kavramlarını sahiplenmeden geleneksel anlatım olanağını soruşturmaktadır.

Not; “Tevhid/Oneness”; https://www.youtube.com/watch?v=5rhpLnddeSo

Kaynakça
ÇELEBİ, Vedat, Michael Foucault’da Bilgi, İktidar ve Özne İlişkisi, Sosyal ve Beşeri Bilimleri Dergisi, Cilt 5, No 1, 2013
DEMİR ORALGÜL, EZGİ, Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar, Ocak/January
ERİCA FISCHER LİCHTE, Performatif Estetik, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2016.
KALKAN KOCABAY, HASİBE, Gerçek(lik)le Yüzleşmek, Papirüs Yayınları, I. Basım, Ocak 2003.
SARIKÇIOĞLU, EKREM, Tevhîd, DİA, C.41.

Son Yazılar

Harun Aktaş Yazar:

''Toparlanın gitmiyoruz''