Gomidas’ın Annesine Söyleyemediği Ninniler*

Gomidas. Günlerden cumartesi ve gökyüzü parçalı bulutlu. Dokuz metrekarelik bir odada yazıyorum bu mektubu. Sana. İnsan, tanımadığı birine mektup yazarken daha cesur olurmuş ki bu yüzden gönlümden kopan parçaları olduğu gibi aktarmaya gayret edeceğim. Öyle içimden geldiği, dupduru. Mektubumu bu hisle okursan beni ziyadesiyle mutlu edersin. Mutluluk dedim beni mazur gör. Mutsuzluğun yakamızı bıraktığı hiç yok. Bizim derdimiz senin derdinin yanında lafı bile olamaz biliyorum; ama bu mektubu oku olur mu? Dilerim vakit bulursun. Umut böyle bir şey değil mi zaten? Öyle işte. Pencereyi açıyorum; senin bestelerinin notalarını kafamın içinden dışarı salıyorum. Gökyüzüne fışkırıyor notalar. Gökyüzünü mağrur ve bir o kadar mahcup ezgilere boğuyorum. Duyduğum ses geceyi paramparça edercesine her yeri sarıyor. Fakat kimse oraları olmuyor. Pencereyi kapatıyor ve yazdıklarıma devam ediyorum. Parmaklarıma kendimi bırakınca da duygularıma söz geçiremediğimi fark ediyorum. Bunları bilirsen beni daha iyi anlayacağını umuyorum da ondan. Hüzne bulanan satırlarımı görmezden gelmeyeceğini kim hayal edebilir ki.
Gomidas. Gomidas. Gomidas.

Bir yerde. Bir şehrin çıkmaz sokağında. Bana bakıyorsun sanki, ben sana bakarak pencereden bakan komşuya başımı usulca sallıyorum Yok yok bu böyle olmaz. Bize anlatamadığın annenin sesini duyuyorum. Bir masaldan duyarcasına hem de: Go-mi-das… Go-mi-das… Gomidas… Annen böyle seslenmese de bu isim sana çok yakışıyor be Gomidas.

Senin isminin anlamı ne renk Gomidas?

Mübalağa ederek aramızdaki mesafeyi muğlaklaştırıyorum biraz. Sözlerimin dinginliğini yanlışa yorma. Duydun mu bilmiyorum, iki hafta önce seni anlatan bir oyun izledim. Bazı tiyatro severlerin ağzından hiç düşmüyor. Gomidas, öyle nefis bir oyun, öyle müthiş bir oyun ki sormayın. Duyduğuma göre tüyleri diken diken ediyormuş. Kimsenin amansız sözcüsü değilim; fakat durum bundan ibaret. İtiraf edecek olursam kalıplaşmış çerçeve oyunlarının dışına çıkabilen billur oyunlardan biri olduğu için hak vermiyor değilim. O kadar oyun var ki herkes bir şeyleri anlatarak karanlığa mum diktiğini sanıyor. Sanat karanlığa mum dikmek değil mi diyeceksin şimdi? Kulağa hoş gelse de hakikat hep başka oluyor, bunu en iyi sen bilirsin. Gene de bu oyun başka. Bambaşka. Benim için. Hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı zamanlara adım atıyorum adeta. Ola da bilir, bunu zaman gösterecek; ama ruh halim şuan bunları yazdırıyor. O meşhur oyunun ismi, Gomidas. Çok tanıdık değil mi? Peki beni kurşun gibi ağırlaştıran ne oldu bu oyunda biliyor musun? Damarlarımı huylandıran neydi? Beynimin içinde dolaşan sesin neden bu kadar hüzünlendiriyor hücrelerimi? Sorduğum sorulara verdiğim hiçbir cevap beni ikna edemediğinden mahcup kalıyor parmaklarım. Başka bir yöne bakarsam toparlanabilir miyim hiç emin değilim. Bilmediğim şeyler hakkında yazmak nasıl yorucu bir bilsen.
Gomidas, ben senin annenim, diyor bir başka ses. O kadar dalmışsın ki kendi sesine, o kadar uzaksın ki bu dünyaya duyamıyorsun annenin sesini. Gomidas. Anneni tanısan, annen seni tanısa nasıl olurdu gamlı hayatın? Ah be yetim Gomidas!.. Bekle diyorum, biraz kendimle kalmalıyım önce, beni bırakmazsan, susmazsan kendimi bulamam, diyorum. Ya da sen hiç susma Gomidas, sen hep şarkı söyle. Sen, şarkı söyleyince pencereler göğe açılıyor sanki Kuşlar yavrularını öpmeye geliyor sıcak şehirlerden. Susmak en güzel sana yakışsa da sen susma. Sen tanrıya fısıldar gibi konuşuyorsun çünkü. Gomidas, sesinin rengini söyleyebilir misin?
Gomidas, oyun sonrası yanından geçtim yönetmenin. Sen tanır mısın bilmem; ama o seni tanıyor. Tanışmak nasıl tahrik edici bir bilsen. Vurucu d bir bakıma. Ahmet Sami Özbudak’tan bahsediyorum; seni senle anlatma yükünü kaldıran o zaten. Sen kendini anlatamadığından değil, sen konuşmayı tercih etmediğinden buna cesaret etti belki de. Ben de ilk defa burada yaslandım dokunduğun duvarlara. İlk defa göğe baktığın o o avluda göğe baktım ben de. Herkes göğe bakar da göğün rengini bilmez değil mi? Gökyüzünün kaç rengi var burada bir kez daha öğrendim.

Bazı oyunların ruhu olur hani, bu da onlardan işte. Şimşekler çaksa da hakikat değişmez. Bunca kederi nasıl sığdırabildin içine Gomidas!.. Hadisene!.. İçinde nasıl tutabildin bunca acıyı? İçini dök bize. Ağlamayı becerebilsem salardım kendimi gecenin koynuna. Eğri caddelere terk ederdim ayaklarımı. Sanırım biraz susmayı öğrenmeliyim senden. Bana katmerli susmayı öğretebilir misin? Hem insan nasıl bu kadar susabilir hapis yaşarken kendi içinde? Farkındayım çok melankoli sözler sarf ediyorum, ama başta dedim sana içimden geldiği gibi konuşacağım. Tarih seni elbette yazdı, sen unutulmazsın; lakin bunu birilerinin bize hatırlatması gerekiyordu. Bir kez daha tarihe not düşülsün, diye. Tarihi anlamlı kılan senin gibi karakterlerin hayatı değil mi zaten? Tarih o zaman tarih oluyor. Hayatını nasıl, ne şekilde okusak hayret ediyoruz. Senin dikenlerin hiç yokmuş.
Gomidas, tek kişilik bir oyun gibi görünse de arkada müthiş bir yapım duruyor aslında. Antik Yunan’dan fırlamış bir koro hem bize göz kırpıyor. Ortaçağın soğuk kiliselerinden fırlamış havası da yok değil hani. Kiliseler soğuk olur da varlığın buna engel oldu bu defa. Koronun sesi kilisenin için yankılanarak kulağımızı gıdıklıyor. Hem seni bu kadar naif-nahif kim anlatabilirdi başka? Seni bu kadar kim iyi susabilirdi? Öylesine iyi tasarlanmış bir metin var ki kötü oynamak neredeyse imkânsız hale geliyor. Tutkulu bir metin, ruhanî bir oyunculukla birleşince ortaya eşsiz bir yapım zuhur ediyor. Balkondan yağmurun çiseleyişini seyretmek gibi coşkusal.
Ruhani oyunculuktan kastımız oyunun atmosferine dikkat çekmektir, yoksa kutsallık atfettiğimiz anlaşılmasın. Fehmi Karaarslan ruhunu verip oynadıysa da ona bir sözümüz olamaz. Gomidas performansıyla en iyi oyuncu ödülüne layık görülme hiç şaşılacak bir şey değil. Kendisi tıpkı senin gibi hayatının bir bölümünü Paris’te geçirmiş bir oyuncu. Oynayan hakkını verince başarı kaçınılmaz oluyor haliyle, hem de iki dille: Fransa ve Türkçe. Biz böyleyiz işte, önce çektiririz sonra ödüllendiririz. Toplum olarak bunu şiar edinmişiz. İliklerimize işlemiş bu köhne damar. Soyaçekim kuvveti diyoruz buna. Bir de ille de ölümünü bekleriz birini takdir etmek için. Kanımız kızıldır; ama fazla kan sulandırıcı kullanırız. Damarın bir gün kesilebileceği ihtimali aklımıza gelmez hiç. Bu yüzden bizi anlamaya çalışarak yorma kendini. Biz, kendi belamızı çoktan bulmuşuz. Bu topraklar, bazı ahları aldığı için hiçbir zaman iflah olmayacak. Dertli başına dert katarak daha da ağırlaştırmayayım yükünü. Kimse senin kadar bu hayatı iyi oynayamaz hem. Gomidas. Hakikatli işler ya hayran bıraktırır ya da korkutur. Sen de hakikati söylediğin için seni tıkadılar kodese. Bu detayı görmezden gelemeyiz.
Oyunun genel tasarımına geçmeden senden biraz daha bahsetmek isterim. Sen derken Gomidas’tan bahsediyorum. Bir parçana dokunabilmek bu olsa gerek. Hayat bu ya mektup birinin eline geçer de sana ulaştırsınlar, diye.

Sahi, siz Gomidas’ı nasıl bilirsiniz?

Hayat çok tuhaf Gomidas. Gomidas, çok tuhaf bu memleket. Burada anlatılanlar biraz seni üzse de yazacağım, ki yaşayan bizzat sensin. Sadece kenarından hatırlatacağım.
Kıymetli okuyan. Bu mektubun sahibi 1869’da Kütahya’da dünyaya geldi. Hepimizin bildiği o küçük kasaba. Toplumun birbirine şüpheyle bakmadığı, farklı olana tahammülü olduğu zamanların çok geride kaldığı o müphem ve meşum zamanlar. Özel vergiler, mahkemelerde tanıklık yapma yasağı, yabancı dillere getirilen sınırlandırmaların yapıldığı böylesine karanlık bir ortamın içinden Soğomon Soğomonyan ismiyle vaftiz edilir. Gomidas Vartabed ismini ise Ermeni ruhban sınıfına dahil olduktan sonra alır. Doğduktan birkaç ay sonra annesi vefat eder ve kendi kaderiyle baş başa kalır. Kader diyoruz; çünkü başımıza gelen bütün kötü şeylerin sebebini ancak bununla açıklayabiliyoruz. Tuhaf bir benzetme. Babası Kevork Soğomonyan ile hayata tutunmaya çalışır. Anne olmayınca hep yarım kalır bir tarafı insanın. Gomidas da öyle bir yarım kalmışlıkla devam eder hayatına. Bazı kaynaklar, Gomidas’ın babaannesinin kendisine baktığını yazsa da kesinlik taşımaz. Sadece toplumsal hayatın izbe bir zeminde olduğunu düşünürken kendi kişisel hayatının bundan daha beter olduğunu görürüz.
Coğrafya bazı çocuklara yaşam hakkı tanımıyor, tanısa da kanırtırcasına süründürüyormuş da. Kendisinin nasıl bir çocukluk geçirdiğini daha iyi anlamamız açısından:

‘’zayıf, yetersiz beslenen, ciddi ve kibar küçük bir çocuktu. Pejmürde kıyafetiyle okula gider ve kış mevsiminde ellerini nefesiyle ısıtırdı ve genellikle aç gelirdi’’.

Bu sözler benim değil, adını şuan unuttuğum Gomidas’ın bir arkadaşının sarf ettiği sözler. İnsan öldükten sonra arkadan konuşan çok olurmuş. İyi ya da kötü. Nasıl bilirdiniz merhumu? Arkadan vurmak gibi arkadan konuşmak da yüzüne karşı konuşmaktan daha kolay gelir faniye. Gel zaman git zaman 1915’teki birçok Ermeni aydınla beraber tutuklanarak İstanbul’a getirilir. Daha sonra serbest bırakılır ancak burada gördüğü işkence-psikolojik işkence yüzünden aklî dengesini yitirir. Durumu iyice ağırlaşınca da Paris’te bir sanatoryuma yatırılır ve ömrünün sonuna kadar burada kalır. Yazılması bile çok zorken yaşanması nasıldır kim bilir? Ezcümle; deliliğe giden dâhi bir müzisyenin masumiyetiyle aklayamayız sebep olan kişileri. Bir kitapta rastlamıştım, Gomidas’ın dâhiliği Mozart’ın ki gibi değil. Miş. O halde nasıl oluyor da Gomidas’ın ismi Ermeni halkının kalbine kazınmıştır. Bunun cevabı var, ama bunu da yazarsak kabuk bağlayan yaramızı iyice kanatmış oluruz. Özellikle halk müziği ve kilise müziğine kattıklarıyla Ermeni klasik müziğinin öncüsü sayılır. Ermeni toplumu için sadece bundan ibaret değil Gomidas, onların kalplerini birleştiren koparılamayacak kadar sağlam ve ıstırap dolu bir bağdır. Öyle bir bağ ki kökü ta tarihin derinliklerine kadar gider. Kapar koparabilirsen o acıyı göğüslerinden.
Böylesine ağır hikâyelerin derin bir duygusal melodisi ve insanın bilek damarlarına kadar hissettiği garip bir coşkusu olur. Dil susar ve yürekteki o içsel sızı bedeninizi ele geçirmişçesine lime lime eder damarlarınızı. Ne desek beyhude ne yazsak nafile bir ayrıntı olarak kalacaktır hafızada. Bu yüzden anlatıyı daha fazla deşmeden sahne tasarımına geçmemiz hepimizin selametine olacaktır.

Gomidas, bazı oyunlarda mekân sıradan bir yerden ibaret değildir, kalbidir oyunun. Atmosfer yaratımında çatı görevini üstlenir. Atmosferi oluşturmadan ne anlatılırsa anlatılsın hep yarım kalır hikâye. Var olan her şeyi kapsar çünkü. Karakterin varlık sebebidir ve karakterin kendini bildiği bu mekân dönüşümün de merkezi odur. Bahsedilen mekanın Surp Vortvots Vorodman Kilisesi olması bu manayı daha da güçlendiriyor zaten. Gene de mekanın çatısı büyük olsa da Gomidas bundan daha büyük. Bu sözün anlamı yüce olduğu kadar olaylara tanıklığı da önemlidir. Kilisenin pencerelerinden süzülen ışık koronun yüzlerine yansıtılarak geçmişe tanıklık derecesini artırması da bundandır belki de. Karakterin çektiği ıstırap böylece daha anlaşılır bir hal alıyor. Bu sanatsal keşfi sadece mekânın ruhaniyetine bağlamamak gerekir, zira Ahmet Sami Özbudak’ın kelimelerinin ahengi ve dekor ve kostum tasarımının payı burada devreye girer. Bu yüzden Gomidas’ın ağzından dökülenler gelişigüzel söylenmiş kelimelerden çok Gomidas’ın kabuk bağlayan acılarının kırılmış halini hatırlatır.
Gomidas’ın sesine eşlik eden Lusavoriç korosunun bu anlattıklarımızın sadece söze dökülmüş kısmını oluşturur. Dahası oyunun içinde saklıdır. Bazı oyunları ne yaparsak yapalım bir tarafı hep eksik kalır. O an’da var olmak iktiza eder. Hatta bazı oyunlar sadece izlenmeli ve kendi içine dönülerek düşünmeli üzerinde. Gerisi hep laf u güzaf olur yoksa. E tabi bundan sakınmaya çalışsak da dilimize hâkim olamadık.

Şöyle ki; Gomidas, katılımcıları içeride loş ışıklar altında siyah, pejmürde papaz kostümüyle karşılar. Yaklaşık on beş dakika süren ön oyundan sonra asıl oyun başlar. Gomidas, perdenin arkasına geçer ve sahneye tekrar gelir ve doğduğu şehir Kütahya’dan başlar anlatısına. Çocukluluk yıllarından sonra gençlik ve insanlarla olan ilişkilerini inceden dokunarak geçer. Tiflis, Bakü, İstanbul, Paris vs. şehirlerinde yaşadığı yıllar ve nasıl papaz olduğuna kadar öğreniriz. Ta ki kendi içinde hapsolduğu Paris’te ölene kadar. Seksen beş dakikaya sığdırılan hayatı artık mekâna sığmadığı gibi toprağın üzerine taşıyor. Gomidas’ın bastığı toprağı sadece toprak diyerek geçmek bu yüzden ona haksızlık olur. Oyunun tamamlayıcılığını üstleniyor gibidir. Bir nevi yaşam döngüsü: Doğduk, büyüdük ve ölüyoruz. İncil’de geçen topraktan geldik toprağa geçeceğiz cümlesindeki anlamını ve nihayetinde insanın kökenini temsil ettiği gerçeği bize göz kırpar.

Sahne tasarımını yapan Cihan Aşar’ın bu yüzden katkısını anıyoruz burada. Bunun yanında ışık tasarımını yapan ve bu alanda adını sık sık duyduğumuz Cem Yılmazer ve Yasin Gültepe’nin eşsiz nüansları gene devrede. Aslında oyun bütünüyle öyle güzel, öyle etkili tasarlanmış ki nereden bakarsak bakalım ikna etmeyi başarıyor. Özdeşlik kurmadan izlemek biraz zor olsa da hakikat bu. Hakikat ortaya çıktıysa söz söylemek hem büyük ayıp olur hem de hadsizlik. Zaten biyografik oyunların talihi de bu. Bu yüzden Gomidas, sadece bir oyun değildi bizim için, tarihimizle yüzleşmemiz gerektiğini de hatırlatır bize. Çok zor bunu yapmak biliyoruz, ancak böyle avutabiliyoruz kendimizi. Bu arada Gomidas’ı delirtenlerin adlarını tarih anmıyor bile. Toprağın üstünü örtemediği bazı şeylerin üstünü sanatla örtebiliyoruz. Gomidas’ın unutulmaz olmasının yanındaki apaçık gerçek, sanatıdır. Burada sözlerime son vermeden senin de dediğin gibi her ağacın bir adı varmış, her insanın bir şarkısı. Ve artık bir oyunun da.

Gomidas, hadi bana bir ninni anlat.

*
http://www.turkcewiki.org/wiki/Gomidas_Vartabed (20.10.2022)
Kuyumjıan, Rita Soulahıan, Deliliğin Arkeolojisi Gomidas, çev. Aysu Oğuz, Bir Zamanlar Yayıncılık, İstanbul 2010

25.10.2022
İstanbul

Son Yazılar

Harun Aktaş Yazar:

''Toparlanın gitmiyoruz''