‘’Kaybettiklerimizin bize en büyük kötülüğü kendilerini tekrar tekrar hatırlatmalarıdır.’’
Acının yerini tutamayacağını bilsek de sözcüklerin iflah olmaz bir iştahla esir alırız onları. Ta ki firar edilene dek. Ağzımıza bulaşan acının geçeceğini sanırız çünkü. Dilimizi bu acıdan korumaktan çok bu acıya bulaşan bedenleri seyretmeyi uygun görürüz kendimize. Şu da var ki; seyretmekten daha haz verecek bir şey varsa o da seyreden olmaktır. Burada deneye gerek yok, yaşarken öğreniriz bunu. Paradoksal bir muamma diyebiliriz, işin içinden çıkmak için. Gelgelelim esas meselemize. Bu performansın karşısında zihnimizin dar sokaklarında kulaç atan kemiklerimizin ölü hücrelere çarpması gibi hissederiz kendimizi. o denli feci. Gözlerimizi kamerada, kamerayı da henüz gitmediğimiz, gidemediğimiz ülkelerde ölüme terk edilen ve çoğumuzun (ne yazık ki öyle) tanımaktan haz etmediğimiz insanların mezarlarında yakalarız. Kameranın gördüğü şey ile bizim gözlerimizin gördüğü çığlıkla aynıdır. Aynadan bakarken gördüğümüz yüz gibi. Bu saatten sonra itiraf edebiliriz, kendimiz artık o seyredenler gibi birer ifşa özneleriyizdir. İnkâr etsek de gerçek budur. Birer objeye dönüşen o bedenlerin bizi tanımadan göçüp gitmelerine ne diyeceğiz peki? Onları dikizlemeye sanatsal aktivite desek vicdanımızın sesini ne kadar kısabiliriz? Bu pek de mümkün olmayacak gibi. Çünkü mezar taşlarını işaret ederek susturamayız vicdanımızı. Sorduğumuz şeyler daha da kızışacak ileriye gidersek; ama gideceğiz, gitmeliyiz. İyi de bu bile içimizi rahatlatmaya yetmeyecektir. Durun bir dakika!.. biz neyden bahsediyoruz sahi?
‘’Necropolis’’
Berlin’de her sene düzenlenen çağdaş dans festivali Tanz im August’te gösterilen NECROPOLIS, her ne kadar sahne için tasarlansa da Pandemi nedeniyle bu performans çevrimiçi gösteriliyor. Şartlar bazen en olmadık kapıları açar insana, bu sefer sanat da nasibine düşeni aldı. Tıpkı Newton’nun başına düşen hayali elma gibi . Yoksa böyle bir sunum yapmak kimin aklına gelebilirdi ki? Bu performansta Koreograf Arkadi Zaides ve elbette ekibi, adli delil laboratuvarlarını araştırarak bugüne kadar ölülerin kalıntılarının en çok tanınmayan şekilde belgelendirilmesi için yeni bir sanal arşivi ortaya koymak için kolları sıvıyor. Bu işin alametifarikası da bu zaten. Büyüyen bu arşivi de NEKROPOLIS adlı bir siteye dönüştürüyor. Dahası bu site, mitolojiler, tarihler, coğrafyalarla, hareketlerle ilgili olarak uzayda genişlediği gibi her yöne doğru kendine bir alan arıyor. Performansın adı en az içeriği kadar dikkat çekici aslında. Nekropol yani Nekropolis, ”Arkeolojik şehirlerde mezarlıkların ve toplu mezar yerlerinin bulunduğu bölgeye verilen isim olmakla birlikte Yunanca nekros-polis ”ölüler şehri” demektir. (https://www.turkcebilgi.com/necropolis#post)
Kulağa hoş ve eksantrik geliyor olan bu performans, seyredeni özel bir yolculuğa çıkarıyor. Tabi seyreden biz yaşayanları neyin beklediğini, tepkimizin ne olacağını bilmeden takip ederiz kamerayı. Takip ettiklerimiz hafızamızı biraz utandırsa da bedenimizi titretir. Öyle ki kameralar bazen kurgunun dışında güncel hakikati de zomlar. Rahatsız olsak da seyretmek isteriz devamını (yüzleşmek diyemesek de yüzsüzlük pek ala diyebiliriz buna).
Performansın işleyişi de 1993 yılından bu yana Avrupa’ya ulaşmaya çalışan mülteci ve göçmenlerin ölümünü kaydeden bir liste hazırlayarak yapılıyor olmasıdır. Aliya İzzet Begoviç’e atfedilen aşağıdaki şu söz, anlatmak istediğimizi daha belirgin kılıyor sanki: ‘’Batı hiçbir zaman medenî olmamıştır ve bugünkü refahı, devam edegelen sömürgeciliği; döktüğü kan, akıttığı gözyaşı ve çektirdiği acılar üzerine kuruludur.” Burada sadece Batı’yı taşlayarak Doğu’yu günahsız Medine dilencisi formuna sokamayız. Zira Doğulular sadece şeytana taş atarak kendini aklamış olmuyor. Suçun evrenselliği apaçık ortadadır. Dağıtmadan konuyu, performanstan önce yapılan kısa bir aydınlatıcı konuşmadan sonra kamera hareketlenir.
Rota oluşturuluyor. Evet rota…
Sahi neden bunları izliyoruz? Bunu niçin izletiyorlar? Hem de dans festivalinde. Pek ala dans izlemeye gittiysek dans izlemek isteriz biz, bedenlerin deforme edilişini değil. Bu açıdan sıra dışı olsa da fazla acımasızca geliyor. Mezarlarında bile rahat bırakılmayan kimsesiz bedenlerin üzerinde insansız hava aracı gibi korku salınıyor. Kabul edelim hiçbir şey bu kadar basit olmamıştı. Bize anlatılmak istenen bu değildir elbet. Evet, seyrettiğimiz böyle şey değilse de tam da böylesine kahrolası trajik bir şeydir. Kahrolsun o şeyler. Güncel söylenişle ikrar edecek olursak, duyar kasıyorsunuz be mübarekler!.. Kaldı ki biz, kişisel tarihimizden ötürü bu olayların yabancısı değiliz, coğrafya kaderdir gerçeğini hatırlatmamıza hiç gerek bile yok şüphesiz. Bildiğimiz acıları bilmiyormuş gibi yapamazsınız. Bizim için alışılmış olan sizin için yenilik olsa da durum bu. Ekranın karşısında olan biziz onlar değil. Bu da abartılan şuursuzca bir davranış örneği maalesef. Batı’nın haritası bundan daha geniştir. Bu yüzden abartılıyor. Teşbihte hata olmaz, önce bunu kabul etmeliyiz. Ancak hakikatin böyle bir tavra ihtiyacı olmadığını kapının dışına çıktığımızda fark edebiliriz. Hatta bu kimsesiz insanları fark etmiyor olabiliriz, ancak ne çektiğimizin de siz, onlar ya da bizim dışımızdakilerin umurunda da değil. Her şeyi bilen tavırlardan çok sıkıldık. Varlıklarının hiçbir anlamı olmayan ölü bedenlerinin üzerinden bir anlam aramak gülünçten öte korkunçtur.
Evet evet siz gömdünüz!..
Bir yandan yaşam ile ölüm arasındaki çatışmadan çoğu zaman ölümün galip gelmediğini söylemeye kim cesaret edebilir? Bu insanları sadece öldükten sonra değil yaşarken de görmediniz. Görmek için ille ölmeleri de gerekmiyordu. Bazen yanı başımızdan geçerler ve biz onların yanından geçer ve görmeyiz. Görmek istemeyiz. Tanımayız da onları. Eğer bize anlatılmak istenen buysa eğer performansın amacına ulaştığı söylenemez. Hatta mezarlarını ifşa ettiğiniz için onları rahatsız ettiğinizi bile söyleyebiliriz. Orada ne işiniz var? Mezarlarına tükürdüğünüz yetmedi mi? Size ait olan yer neresiyse orada kalmanız gerekmiyor muydu? Özel mülktür girilmez, demek mi gerek ille de. Bir suç daha işlemiş olmuyor musunuz? Sanat her şeyi affeder mi yoksa her şeyi örter mi?
Peki, ya yalnızlık? Bundan daha feci bir şey var mı? Ölümü saymıyoruz bile. İyi de dilini bilmedikleri bir ülkenin seri numaralı vatandaşı olmayan bu kişiler kimler? Özne olmayan nesneler, demek ne kadar doğru olur? Bu söylem çok estetik durmasa da yukarıda ifade ettiğimiz üzere hakikatin bu çıplaklığı söylemin dozunu hafifletmiyor. Onlar. Şunlar. Diğerleri. Öteki demeyeceğiz; çünkü ötekinin kavram olarak içi çoktan tahrip edildi birileri tarafından. En iyisi siz şöyle geçin medar-ı maişet motorları biz de bize çevrilen namluya geri çevirelim yüzümüzü.
Danstan hiç ayrılmadığımızı iddia etsek de mevzu bahis dans eylemine dönelim. Hangi uzuvlarla dans edeceğiz buna karar vermeliyiz. Çürüyen sadece bedenimiz değilmiş onda mutabıkız. Lokal bir travmayı da hatırlatır biz buradakilere. Ölüm. Ölüm. Ölüm. Modern insanın hatta biz, duymak istemediği sözcük olsa da dil dile dolaşır. Çocukluğumuzdaki mezarlık kendi içimizdeki korkudan bile daha yakındı mesela. İçinden, yanından geçerdik. Ama mezara basılmazdı. Kutsal olana yaklaşım bunu gerektirirdi çünkü. Ölen bir kimse çok uzağa gitmiş olmuyordu. Ölen kişi hep tanıdıktır bir bakıma. Bizden biri ama çemberin dışında. Kapı komşumuzdur nihayetinde. Oysa modern insan, mezarlıkları olabildiğinde dışarıya, daha uzağa attı, o da yetmedi yerlerinden etti. Ve bu da yetmedi. Ta uzak ovalara. Onların yerlerine devasa oteller, kazulet rezidanslar dikildi. İktidar kendini aleme göstermekle yetinmedi, bizleri dikizlemeyi de şuursuzca şiar edindi kendine. O insanların kemiklerinin üzerine kurulan bu köhnemiş binalarda sunumlar yapılarak duygusal mastürbasyonu da eksik etmediler. Yapılıyor yapılmakta olan bu melankoli.
Bu söylediklerimizden bize ne başkasının mezarından ya da ölüsünden anlamı çıkmasın. Sakınırız bundan. İsmet Özel’in Üç Firenk Havası’ (Erbain,2001) şiirine sığınarak ancak dile getirebiliriz mahcubiyetimizi:
‘’Bize ne başkasının ölümünden demeyiz
çünkü başka insanların ölümü
en gizli mesleğidir hepimizin
başka ölümler çeker bizi
ve bazan başkaları ölümü çeker bizim için’’
Çünkü bu sözler ve görüntülerle kendi ölümümüze tanık olamasak da başkasının ölümüne tanık olduğumuzu hatırlarız. Bu bağlam üzerinden Necropolis’i izlediğimizde söylediklerimiz bir nebze olsun karşılık buluyor. Her şeyi bilen sizler, gün gelir orada olmayacaksınız; çünkü gülünç bir ölüme yenileceksiniz!.. Sözün özü. Necropolis. Gündelik sözlerimiz arasında geçecek kadar kaba.
*Performans linki: https://vimeo.com/430461091
fotoğraf: https://www.telerama.fr/sortir/regarder-en-face-la-tragedie-des-migrants-le-spectacle-choc-darkadi-zaides-6910985.php?fbclid=IwAR0OkcMdja7D_LHIyoiTc-6CX9vUbwCKVzPe5-xaSuTkAMOcsu5-PZQU2K8