Pencereyi açsak ve dışarıya baksak ne görürüz karşımızda yahut şiir okurken gök dolar mı içeri? Bu soru sadece beni ilgilendirir, bu doğru; fakat mevzubahis İsmet Özel ise hepimizi ilgilendirir; çünkü dilce susup bedence konuşulan bir çağın kıyısında yaşıyoruz. Bundandır sebep pencereyi kapamıyoruz. ”Gök dolabilir içeri”. Gel gelelim şehirlerin içinde odalarımıza veya evlerimize kapanıp kendimizle mücadele halindeyiz. Ona buna şuna bana laga luga etmeden duramıyoruz haliyle. Rahatını kaçıracağımızı düşünmeyiz ağacın ve kendimizin. Dışarıda, komşumuzun evine de bombalar yağıyor ve su topluyor ayaklarımız koşmaktan. Biz durmadan konuşmaya devam ediyoruz , bedence susup dilce konuşmayı eksik etmeden eteğimizden.
İsmet Özel’i ve şiirlerini her ne kadar bu yazıyla anlatamayacak olsak da bunun kıyısında kulaç atmaya gayret edeceğiz ellerimizden; elbette bu söylediklerimizde bir hinlik yok; İsmet Özel kimdir, sorusuna ‘’şehir’’de kalarak cevap arayacağız.
İsmet Özel, Sökeli bir polis memurunun altıncı çocuğudur. 1944 yılında dünyaya geliyor ve güzel olan hiçbir şey hülâsa edilemez. ”Polistir babam, cumhuriyetin bir kuludur”. Şair’in ‘’işaret parmağında zincir, cebinde sedef çakının olmadığı kayıp zamanlar bir bakıma. Resmi ağızların deyişiyle; ikinci dünya savaşının o karanlık, her yerin karanlığa gömüldüğü vahşet vakitleri. ‘’Bilmezdim neden bazı saatler alaturka vakitlere ayarlı.’’ Biz de bilmezdik bazı saatlerin bu kadar kan kokacağını, ama bilirdik havanın neden kızıla dönüştüğünü . ‘’Zorlu bir kış geçirdim, seninki gibi nefti, acıktım, bitlendim, bir yerlerim sancıdı sökmedi ama hoyrat kuralları faşizmin çünkü kalbim aşktan çatlayıp yarılırdı’’ diyerek hoyratça bize göz kırpardı. Çok uzakta bir yerlerde. Böyle bir zamanda doğan bir şair, şüphesiz yaşadığı çağın toplumsal gerçeklerinden kaçınamazdı. Hiç şüphe yok ki İsmet Özel, kendini kurtarmış olurdu böyle yaparak. Cemal Süreya’nın sancısıyla dile dökersek, şairin hayatı şiire dahildir. Celladıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar’’ adlı şiirinde buna rastlamaktayız:
”Ben İsmet Özel, şair, kırk yaşında.
Her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar
ben yaşarken koptu tufan
ben yaşarken yeni baştan yaratıldı kainat”
Üniversitenin ilk yıllarında içten içe duyduğu yalnızlıkla birlikte toplumsal ilişkilere dâir şiirler yazdı. 1966’da ilk şiir kitabı olan Geceleyin Bir Koşu’yu babasının da desteğiyle basar. Fakat bu kitapta daha önce Cemal Süreya’nın ‘’papirüs’’ dergisinde yayınlanan şiirlere yer vermez. Zira yazdığı bu şiirlerle İkinci Yeni ile kazandığı aşamayı ne kadar özümsediğini gösterir. Şiirini bir ana fikre dayandırmaya, bir dünya görüşüyle ‘’insan’’ı merkeze alarak var olan imgesel göstergeleri dönüştürmeyi başardı. İmge yoğunluğunu olan şiirlerini yapıyı bozmadan İkinci Yeni’yle elde ettiği kazanımlara yeni bir ses getirdi. Hatta sözünü sakınmadan, kalp kıracak kadar ağır girer mavzuya… ‘’her gün şehrin ortasında bir ergen ölüyor domuzuna ölüyor bankerlere durarak’’…
Daha sonra edebiyat çevresi tarafından hırçın bir şair olarak tanınmaya devam etti. Ediyor. Edecektir. Etmeli. Şiirlerindeki insan’ en az ‘’şehir’’ imgesi kadar güçlüdür. Varoluşsal kaygıların içinde debelendiği bir dönemin içinde kendi şiirinin sesini bulmaya çalışır da diyebiliriz; buna suratını taramadan karar vermesi gereken bir an diyebiliriz. Yaşadığı veya yaşanmış yüzyılın darbelerine maruz kalmış bu insan, bize hitap ederek kendi sesini imgeye dönüştürür. 1950’lere geldiğimizde tıpkı İsmet Özel gibi Türk şiiri de yeni bir ses arayışına girer. Kendisine dair not alan kaynakların bize söylediği şey bu. Şüphesiz bu sesi de İkinci Yeni’yle bulacaktır. İkinci Yeni’yle birlikte sanayileşmenin ve çarpık şehirleşmeyle zuhur eden kırsal sorunlar şiirlerde işlenmeye başlanmış ve şehir algısı farklı imgelerle kendine yer bulur:
”şehrin insanı bana şehrin insanı,
şehrin insanı, şehrin
kaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin
Ogün bugün, şehri dünyanın üstüne kapatıp bıraktım” (Üç Frenk Havası)
”Benim hayranlığımdan inlerdi şehir
ben atlara ve uzaklara hayrandım” (Yaşamak umurumdadır)
”Budur
işte bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku
işte şehirleri bayındır gösteren yalan” (Amentü)
Çünkü şehir, ona göre sömürünün toplumsal imgelerle örtündüğü bir mekandır. Daha fazlasını hakkettiğini düşündüğünü de ekleyebiliriz. Zayıf noktaların yerlerini bilecek kadar artık şairdir. Haksızlığın imgeye dönüşüp direnmeye geçtiği bir yerdir aynı zamanda durduğu uçurum. Ne demişti hatırlayalım: ‘’tam düşecekken tutunduğum tuğlayı kendime rabb bellemeyeceğim, razı değilim beni tanımayan tarihe beni sinesine sarmayan tabiattan rıza dilenmeyeceğim.’’
Secaattin Tural’ın şehir imgesi hakkındaki yorumu şöyledir (İsmet Özel Şiirinde Şehir Algısı, International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 5/1 Winter 2010, s. 1346.): Barbarın verili dilin ve hayatın kodlarına yabancı oluşunu, insani değerlere yabancılaşmaması için bir imkan olarak gören İsmet Özel’in, temeli İbni Haldun’a kadar gidebilecek bir metaforu kullanarak, kendi özüne ve dünyaya yabancılaşan bireyin “sahici olan”la temas kurma çabasını şiirinin ana izleklerinden biri haline getirdiği görülüyor. Her şey böylesine gür ve dağınık giderken bir ses böler geceyi. Evet İsyan’ şiir kitabıyla büyük bir yankı uyandırır. Her ne kadar İsmet Özel, ben değişmedim ben hâlâ sosyalistim dese de solun güçlü kalemleri kendisini eleştirir. Zira İsmet Özel ellerinden kaçmıştır. Vay ki ne vay. Çünkü Türk şiirinde Nâzım Hikmet’ten sonraki süvari olarak görülmüştü ve artık yanlarında değil karşılarında yer alıyordu. Bu bilir onu söylerler. Bu da büyük bir hüsran ve hayal kırıklığı yaratmıştı onlarda. Bu karmaşık süreçten sonra (1974) Amentü şiiriyle tamamıyla onlardan olmadığını damarlardaki kanı bıngıldatırcasına haykırmaya başlar.
”İnsan eşref-i mahlûkattır derdi babam …
Ezan sesi duyulmuyor
Haç dikilmiş minbere
Kâfir Yunan bayrak asmış Camilere, her yere”
İlk olarak Sezai Karakoç’un Diriliş dergisinde yayınlanır Amentü. Düşüncel bir değişim yaşayan İsmet Özel, Karakoç’un da desteğiyle kendine yeni bir yol çizer. Girdiği yolda artık yalnız başınadır. Girdiği yoldan hiç sapmadığını tekrar etmekten gocunmaz. Haklı olduğunu bilecek kadar haklıdır. İsmet Özel’in dünya görüşünü ve varoluşsal algısını besleyen Bir Yusuf Masalı şiiriyle okları gene üzerine alır. Öyle bir şiirdir artık gelenek ile modern iç içedir. Bir bakıma her insan’ın bir masal kahramanı olabileceğinin umudunu taşır. Yedi Bab’tan oluşan bu şiir, masalsı bir anlatıyla sürükler arkasında okuru. Fakat her şeye rağmen şiir kitabı ikinci defa basılmayacaktır. Zira şaire göre henüz bitmemiştir ve yeniden gözden geçirilmesi gerekir. Düz yazıyla demek istiyor ki müsveddesini attım önüne okurun. Keşke böyle olmasaydı. Ama sonumuz böyle. Biz buradayız, peki şair nerede?
Son olarak;
İsmet Özel, yazdığı şiirlerle sadece insanı etkilememiştir, yaşadığı çağın şairlerini de tesiri altına almıştır. Zaman zaman aykırı düşünceleriyle dikkatleri üzerine çekse de şiirleriyle edebiyat tarihinde hep var olacaktır. Şairsin, neyin var sen de fırlat diyerek şairi aramaya koyulacağız. Yeni bir insan yaratan biz değiliz, şairlerdir. Evet bu yüzden lanetliler!