Berkay

Kapı iki kere tıklatıldıktan sonra esmer bir oğlan başı uzandı odaya, “Merhaba hocam” diyerek içeri girdi. Olduğunca kibar ve uyumlu bir ses tonuya “oturabilir miyim?” diye sordu. “Tabi” dedim. “Hocam, birazdan beni şikayete gelebilir arkadaşlar, ama şunu söyleyeyim, doğru değil söyledikleri. Bir kötü niyetim yoktu.” Kaygılı gözlerine uymayan hafif bir tebessümle konuşuyordu. Bu sene yeni gelmişti okula. Fakat gelmesiyle okulu birbirine katması bir olmuştu. Adı Berkay’dı.

Berkay’ı tanıtmaya öncelikle dış görünüşünden başlamalıyım. Çünkü oldukça farklı ve dikkat çeken bir görüntüsü vardı. Yaşıtlarına göre daha uzun boyluydu. İnce ve çelimsiz bir vücudu, avurtları çökmüş yüzünde kartal burnu dedikleri bir burnu, bu burnu vurgularcasına küçük bir ağzı, hemen ağzının altında kaybolan küçük bir çenesi ve en az kafası kalınlığında bir boynu vardı. Berkay’ın en dikkat çeken özelliği ise gözlüğünün arkasındaki şaşı gözleriydi. Sol gözü olabildiğince sola kaymıştı. Bu kusur onu dinlerken yüzüne bakan insana garip bir rahatsızlık ve yorgunluk hissi veriyordu.

Berkay oldukça uyanık ve takıntılı biriydi. Bunu okula geldiği ilk günde belli etmişti. Bunları sonra anlatacağım. Odama ilk geldiği zamanı anlatayım size ilkin.

Odama oldukça kibar bir izinden sonra girmişti. Sonra yine aynı kibarlıkla oturmak istemiş ve masamın hemen yanındaki koltuğa mahcup bir eda ile oturmuştu. Bu tavırlarıyla kız istemeye gelmiş bir damat adayı gibiydi. Sonra bir İstanbul beyefendisi gibi hafifçe gülümseyerek kendisini tanıtmaya başladı.

“Sayın hocam, Edirne’den geldik biz. Annem çocuk bakıyordu orada. Bir sorun yaşayınca buraya geldik. Okulu çok sevdim. Arkadaşlar felan çok sıcak kanlılar. Sizinle de tanışmak istedim. Bu arada bilgisayarla ve yazılımla ilgileniyorum. Aslında daha çok Dark Web’le diyeyim. Dark Web’i biliyor musunuz hocam? Hacker’lar orada takılır genelde.”

Biliyorum anlamında başımı salladım. Tam o esnada kapı çalındı ve bir kız öğrenci girdi içeri. Uzun boylu güzel bir öğrenciydi. Berkay hemen konuşmasını kesip kıza dikkatle bakmaya başladı. Dudaklarında çapkın bir gülümseme belirerek, kız öğrenci benden yoklama fişi alıp çıkarana kadar gözlerini ondan çekmedi. Kız çıktıktan sonra “Ben sanki bu arkadaşımızı bir yerden tanıyor gibiyim.” dedi tebessümünü bozmadan. Ben o an bir şeyler sezmiş olmama rağmen önemsemedim. Eğer bilgisayarla ilgisi varsa bunu geliştirmesi ve kendisine bu doğrultuda meslek seçmesi için tavsiyelerde buldum. Sonra onun bitmek bilmeyen konuşma isteğinin farkına vardığımdan işlerimin olduğunu söyleyerek gitmesini ima ettim. Neyse ki imadan anlıyordu.

Berkay’la ilk karşılaşmamız böyle olmuştu. Ondan sonrası tam bir karmaşaya dönüştü. Berkay sınıfına gider gitmez sınıf kısa sürede karıştı. Kız-erkek muhabbetleri, borç adı altında öğretmenlerden, velilerden ve benden para istemeleri, Whatsapp’tan tehdit mesajları, kavgalar, entrikalar… Velhasıl-ı kelam, bu meselelerin kaynağının Berkay olduğunu öğrenmem zor olmadı. Bir idareci olarak çağırıp konuştum onu ve uyardım defalarca. Bundan sonrası her öğrencinin az çok aşina olduğu idari süreçler… Anlatıp sizi o günlere götürmeye gerek yok.

Berkay her ne kadar tekinsiz ve güvenilmez bir öğrenci olsa da ona karşı elimde olmadan merhamet duyuyordum. Onun ağzından dinlediğim ve daha sonra annesinden bir kısmını teyit ettiğim acıklı bir hikayesi vardı. Öğrendiğim kadarıyla, iki yaşında babası hapse girmiş, uzun süre kendisine şiddet uygulayan halasında kalmış sonrasında ise annesi ve bir başka babadan olan kız kardeşiyle o şehir senin bu şehir benim, dolaşıp durmuştu. Bu çeşit bir hayatın dönüştürdüğü öğrencilerin neye benzediklerini iyi bilirim fakat Berkay hayata küsmek yerine onun üzerine gidiyor gibiydi. Oldukça sosyal, konuşkan ve girişken birisiydi. Fakat bu özellikleri düzenli bir aile terbiyesi neticesi elde etmediği daha çok mecburi bir ayakta durma çabasının sonucu olduğu belliydi.

Elimden geldiğince onu okuldan ve öğrencilerden uzak tutmaya çalıştım ki, buna mecburdum. Bir yandan yaşamın ona sunduklarının ve dayatmalarının şekillendirdiği kötü bir karakterin onun suçu olmadığını biliyor, diğer yandan da ona karşı dikkatli ve tetikte olmak zorunluluğu hissediyordum. Bir yandan ona acıyor bir yandan da kaçıyordum anlayacağınız. İnsanın bir şeyleri düzeltebilmesi bazen o kadar da kolay değildir hele bu insansa. Bir demir yüksek ısıda kızarıp şekil verildikten sonra soğuduğunda artık onun şeklini değiştirmek için ilk çabanızın belki yüzlerce kat fazlasını harcamanız gerekir ki yine de verimli sonuç alamayabilirsiniz.

Berkay, vicdanımda “suç ve ceza” kavramlarını sorgulatıyordu. İnsanı kötü olmaya iten neydi? İnsan kötü mü doğardı, yoksa yaşadıkları mı onu kötü yapardı? Ya da şöyle sormalıyım, kötü olmak veya olmamak gerçekten kişinin tercihi miydi? Burada şunu da ek olarak sormam gerekir ki, seçimlerimiz gerçekten bizim özgürce yaptığımız eylemler mi? Berkay eğer farklı şartlarda farklı bir aile hayatı yaşasaydı şimdi ki Berkay olur muydu? Kimse böyle olacağını düşünmeyecektir. Aksini düşünürsek Berkay’ın kötü olarak doğduğunu kabul etmemiz gerekir ki, o zaman da Berkay’ın kötü olarak doğmasında onun müdahalesi var mıdır?

Tabi ki insan her ne kadar yaşadıklarıyla bir karakter edinse de, düşünceleri, vicdanı, sağduyusuyla da o karakteri şekillendirir. Yani bir insanın kötü olmasının tek mazereti geçmişi ve içinde bulunduğu şartları olamaz. Fakat maalesef herkesten bu basireti göstermesini beklemek de saflık olur. İnsanların çoğu meyil olarak, menfaatçi, kolaycı ve iradesi zayıftır. Diğer yandan yaşantıların insanın vicdanını, düşünce yapısını ve sağduyusunu da etkilediği ve geliştirip veya körelttiği de gerçektir.

İki ucu boklu değnek anlayacağınız. Kuyruğunu yutan yılan… Netice de gerçekçi davrandım ve olması gerekeni yaptım. Doğru olan mıydı? İçime pek sinmediğine göre, doğru olan değildi. Çünkü doğru su gibi akar insanın vicdan gırtlağından. Ama eğri dalların arasında dimdik bir dal olarak var olamazsınız, kırılır gidersiniz çoğu zaman. Buna rağmen en azından ona neyin yanlış neyin doğru olduğunu anlatma fırsatım oldu, o da benim tesellim.

Geçen yine geldi yanıma, gecenin bir vakti dışarıda beni görünce. Bu saatte dışarıda ne işin vardı diye sormak gereğini bile duymadan yanıma gelene kadar onu inceledim. Her gördüğümde sanki ilk kez görüyormuşum gibi geliyordu bana. Aynı gülümsemesiyle ve olanca kibarlığıyla yanıma gelerek, “hocam sizi üzdüğüm için özür dilerim.” dedi ve devam edecekti ki, “Berkay şimdi zamanı değil, okulda konuşuruz” diyerek lafını ağzına tıkayıp gerisin geri gönderdim. Daha fazla zorlamaması gerektiğini anlamıştı enerjimden. Bu yüzden dönerek hızla uzaklaştı. Biran arkasından bakakaldım düşünceli bir şekilde fakat sonra bana hararetle bir şey anlatmaya başlayan arkadaşımı dinlemeye başladım.

Son Yazılar

Yazmak, çizmek peşinde, yanmayı pişmeye tercih eden biri...