Bir varmışla başlıyor zaman. Bir yok oluşla da bitiyor. Bugün aramızda suratlarını tanıyamadıklarımız ve bir sürü şeyler… Ferdinand von Schirach’in kaleme aldığı Terör’ü kaybettiklerimizin neresine yerleştireceğiz; teröristler içinde 164 yolcu olan bir uçağı 70.000 kişinin olduğu bir stadyuma düşürmekle tehdit eder. Savaş jeti Pilotu Lars Koch Anayasa Mahkemesi kararını hiçe sayarak uçağı düşürür. Oysa Anayasa Mahkemesi bir hayatın başka bir hayatla ölçülemeyeceğine hükmetmiştir. Dolayısıyla Lars Koch, cinayet suçuyla yargılanacaktır. Başa dönmek için elimizdekileri tükettiğimize göre fazla gürültü çıkarmadan yolumuza devam etmeliyiz.
Yönetmen Nurkan Erpulat, göstergelere veya duyulara yaklaşarak onları olduğu gibi algılamak yerine, bir göstergeye anında başka bir anlam yükleyerek eleştirel bir anlam kazandırmıştır. İlk dikkati çeken şey de seyircinin varlığı… Seyirci, bu oyunda pasif olmaktan çok karar verici bir güç. Zira seyircinin pek de alışık olmadığı karanlık bir yaklaşım bu diyebiliriz. Bu kararın seyirciye bırakılması (diğer bir yönüyle Amerika’daki jüri sisteminin uyarlanmış bir hali de diyebililiriz. Seyirci için pek de tanıdık bir sahneleme biçimi olmasa da gerçeklikle yüzleşince daha haliyle iyimser yaklaşılıyor; belki de farklı bir sunuma işaret ettiği içindir bu tavır, emin olamıyoruz), her ne kadar özdeşleşmeyi kendiyle birlikte getirse de oyunun sonunda asıl gerçekle yüzleşiyoruz. Sürekli birbiriyle çatışma halinde olan avukatların savunmaları ise tuzu beri oluyor seyirliğin. Bu durumdan farklı anlamlar çıkarılması da eserin çok sesliliğini ortaya koyuyor bir bakıma. Bir yandan yönetmenin oyunu sahiplenme çabasını ele vermiş oluyor. Nihayetinde soruların havada uçtuğu bir mahkemede olduğumuzu çok geçmeden hatırlıyoruz. Seyirciden durumu yorumlamasını, sonunda da olumlu-olumsuz bir karar vermesini istiyor yönetmen. Beklenti bu yönde. Belki bütün yükü seyricinin üzerine atarak bir kurtuluş kapısı aramaktadır. Biz anlattık siz karar verdiniz anlayışı. Çoğunluğun verdiği karar her zaman hakikati göstermiyor ne yazık ki, oyunda bir boşluk varsa da o da budur. Gene de bütüne darbe vurduğunu söylemek erken olur.
Hasibe Kalkan Kocabay’ın[ Robert Wilson’un Tiyatrosunda Farklı Kültürel Öğelerin İşlevi, İstanbul Üniversitesi, Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Dergisi, s.139, S.2. İstanbul 2003] bir makalesinde belirttiği üzere; ‘’Günümüz dünyasında insanın karşı karşıya binlerce uyarıcıyla baş etmesinin tek yolu duyuları yeniden geliştirerek daha çok görmeyi, duymayı ve duyumsamayı öğrenmekten geçmektedir. Bu noktadan bakarak…Yorumlamak, kesinlikle bu görevlerden biri değildir; çünkü yorumlama edimi yapıtı öldürür. Oysa, yapıtı yaşatmak için izleyiciye bir yapıtı izleme ve üzerinde düşünme fırsatı vermelidir’’. Bu yönüyle ‘’terör’’ yorumlamak ve düşünmek arasında bir yerde duruyor. Aynı makaleden, Robert Wilson’dan alıntılayarak: ‘’İzleyici olarak çıkardığımız anlam, yorumdur’’. Biz burada düşünmeyi de ekleyerek durumu daha da muğlak bir hale getiriyoruz. Güncel üretim açısından her zaman kendini muhafaza edebilecek konumda. Zira karşıtlıklar ilkesi çerçevesinde haklı ve haksız oluşumu üzerinde bir yerde durmaktadır. Niteliğine gelince de her zaman bir karşılığı olacaktır.
Sahne tasarımı veya uzamı
İtalyan çerçeve sahne kullanılmaktadır. [ Bakırköy Yunus Emre Kültür Merkezi’ndeki Turhan Tuzcuoğlu Sahnesi, bu oyun için biçilmiş kaftan.]Oyunun başında sahnedeki ışıklar açıktır. Bir mahkemeye girer gibi ciddiyet alıyor seyirciyi. Birkaç dakika sonra oyuncular içeri girer. Beyaz ışığın sertliği oyuncuların yüzlerindeki nobranlığı ele veriyor. Yukarıda dediğimiz gibi her zaman güncelliğini muhafaza edecek ve kendi içinde tutarlı bir sahneleme. Sahnelemeden çok metnin buna elverişli olmasıdır. Bir başka açıdan bakınca, evet, dava, seyirciyi zaman zaman sıksa da sonunda n’olacağı sorunsalı daha baskın geliyor. Sürenin uzunluğundan başka bir yerde konumlandırıyoruz bu durumu. Zira zamanın göreceliği hemen yanı başımızda soyut bir şekilde göz kırpmaktadır. Estetiğin bu sahnelemedeki konumuna baktığımızda karşımıza çıkan tablo, süreden çok seyircide bıraktığı etki oluyor. Lokal ışıkların kullanıldığı loş bir mahkemede dava devam etmektedir. (Amerika filmlerinde görmeye alışık olduğumu bir sahneleme tekniği). Avukatların, Yargıç’a delillerin doğrultusunda hitap etmeleri ve Müvekkilin etrafında daire çizerek dolaşmaları, jest ve mimikleri ya da diğer bir ifadeyle kinestezi ve ışığın da etkisiyle gergin bir vaziyete dönüşüyor. Dolayısıyla sahne sürekli bir devinim içinde ilerliyor. Eylem ile sözün çarpıştığı bir noktada bize bakıyor. Kıyafetlerin mahkemeye uygun, resmi bir vaziyet içinde takınmaları gene göstergelerin bize doğru bakışıyla orantılı gidiyor. Erkek avukatın takım elbise ve cübbesi, kadın avukatın ise döpiyesi ve cübbesi gerçekliğin bizatihi kendisini sunuyor. Lingustik ve paralinguistik göstergeler yoğun olduğundan seyircinin kararına etki edecek bir döngüye dönüşüyor adeta. Bu yönüyle oyuna dair beklentiler oluşturmakla beraber şaşkınlık da yaratmaktadır. Terör’de ağırlıklı olarak bir erkek ve bir kadın oyuncu üzerinde ilerlemektedir. Sonlara doğru gidildikçe de tempo artarak iyice tırmanıyor. Tutuklanacağı korkusunu belli etmemeye çalışan Lars’ın nötr bakışları mimiklerindeki sadeliği tetikliyor.
Oyuncuların makyajlarındaki sadelik, sahne tablosuyla ahenk içinde. Fazla olan ne varsa hepsi sahnenin dışında bir yerde sanki. Makyajın oyuncuların jest, mimik ve bedenle bağıntısı tutarlı bir şekilde yol almaktadır. Oyuncuların performansına da bu şekilde hizmet etmektedir. En belirgin özelliklerden bir tanesi de oyuncunun statüsü, geçmişi ve meslekteki konumunu çok net bir şekilde vererek, yönetmenin, pencereyi oraya açmamızı sağlayıp ona göre bir karar vermemizi istediği de gözden kaçmamaktadır. Zaten en büyük etkiyi bu şekilde yapmaktadır diyebiliriz. Mahkemedeki sessizliğin tedirginliği içimizi ele geçirircesine tuhaf bir yerde konumlandırmaktadır. Bir bakıma her şeyin bir anlam kazandığını kurgusal bir algıyla eline alıyor.
Lars hakkındaki bütün dosyalar açıldıktan sonra, karar için bir zarf verilir seyriciye. Bir süre verilir yargıç tarafından, bilahare oyuncular sahneyi terk eder. Seyirci de açılan dosyaların doğruluğu veya avukatların kararlılığı, zanlının geçmişi ve meslekteki konumunu da göz önünde bulundurarak vicdanlarıyla baş başa bırakılıyor. Artık bütün güç seyricinin elindedir. Dramatik bir vaziyette birbirini tamamlamakta her sahne. Seyirci de hamlesini bu göstergeleri göz önünde bulundurarak yapacaktır zaten. Çıkan her karar ilk olarak pilot Lars ve diğerlerini kapsamaktadır.
Oyun, ne bir komedi ne bir tragedya ne de bir melodramdır. En klasik ifadeyle tragedya değil, çünkü soylu kişiler değil, komedi değil; çünkü tek bir kere de olsun tebessüm ettirmiyor. O halde melodram; gel gör ki iyi ve kötü yok oyunda. Kesin bir ad verecek olursak da avangard. Bundan da emin değiliz doğrusu. Ama dramatik unsurların ağır bastığı dramatik bir oyun diyerek bu bahsi kapatalım. Metin bir çeviri olduğundan seyirci ile yönetmen arasındaki bir mesafeden çok seyirci ile metin arasındaki mesafe göze çarpıyor. İçine bulunduğumuz ahval ve şeraitler de kendilerine seçtikleri ulak da bu netlikte çünkü. Pilot dışında sahnenin aydınlattığı herhangi bir karakterden de bahsedemeyiz. Zaten oyunda bir karakterden bahsetmemiz bile başlı başına aşırı iyi bir niyet okuma olur. Gözün etkisinden çok kulağın bağıntısı durumu daha iyi yorumlamamızı sağlıyor.
Beklentileri fazlasıyla karşıladığını söylemek de mümkün değil. Avukat Biegler
‘i oynayan oyuncunun kinetik göstergelerle bağlamı yani kararlılığı seyirci için bir doyumsal noktaya ulaşmaktadır.
Seyriciye karar vermesi için verilen süre bittikten sonra oyuncular sahneye gelir. Seyirci, kararını belirttiği zarfları sahnenin ortasındaki masanın üstündeki sandığa koymuştur.
Bütün soruların cevaplarına seyircinin karar verdiği ‘’Terör’de;
Lars Koch, katil mi yoksa kahraman mı?