Geriye ne kalır ki?

İnsandan geriye ne kalır? Parası, evleri, kitapları, resimleri, kıyafetleri, videoları, vs, vs… Peki tüm bunlar gerçekten kalır mı? Yılların eskittiği ve yok ettiği şeyler gerçekten geri de kalmış mıdır?

İnsanın en büyük handikapı ölümdür. Yaşadığı süre boyunca biriktirdiği, emek emek yaptığı, tecrübeleriyle süslediği herşey ölüm denilen kuyuya atılmaya mahkumdur. Bu ise insanın çabasını çoğu zaman anlamsız kılar. Çoğu zaman boş bir çabanın içerisinde olduğunu düşünür. İnsan bu sonluluk girdabından farklı yöntemlerle veya güdülerle çıkmaya çalışır. Ya ahiret denilen gizem yurduna inanır ya kalıcı olacağını düşündüğü eserler ve sanat ürünleri ortaya koymaya çalışır ya da son anına kadar gününü gün etme peşine düşer. (Ki bu hırslı ve gerçekçi bir canlı olan insan için çoğu zaman mümkün değildir.)

Bir tanrı gibi düşünen insan yok olma fikrini sindirmekte zorlanır. Bazen kurduğu fütüristik hayalleri gerçekleştirmeye çalışarak hicrelerine kazınan kronometreyi bilimsel ilerlemeler yardımıyla durdurmaya çalışır. Ama hepsi boşunadır. Deli Dumrul herkesi yenmiş ama ölümün korkutucu yüzü olan Azrail karşısında çaresiz kalmıştır. İnsan başka galaksilerde yaşamayı artık ulaşılabilir bir hayal görüyor fakat ölüm en kadim gerçek olarak karşısında duruyor.

Bir kitapta okumuştum, “Ölümden korkmamanın ön koşulu ölümü kabullenmektir.” diyordu. Bence ölümü kabullenmenin ön koşulu insanın sevdikleriyle geçirdiği güzel zamanlardır. İnsan ancak o zaman bitirilmiş bir roman gibi gönül rahatlığıyla toprak rafında yerini alır. Başta sorduğum sorunun kendimce cevabı da buydu: İnsandan geriye sadece anıları kalır.

Anılar, geçmişe yolladığımız hislerdir. Sevdiklerimizin kokusudur. Ölüme direnmek isteyen, sevdikleriyle birlikte olduğu anılar biriktirmelidir. Anılar unutulmaz, ayrıntıları kaybolsa bile hissi kalacaktır. Anılar yüreğe ve ruha yapılan en etkili terapilerdir. Yaşlılar o yüzden gençlerden daha az korkarlar ölümden. Ona çok yakın oldukları için kaygıları artması gerekirken daha bir bekleyiştedirler. Çünkü anıları vardır onların. Ömürlerinin üzerine ekledikleri uzun uzun anıları.

Sade hayatlarımızı karmaşıklaştırmak için ne kadar anlamsız çabalar harcadık yüzyıllardır. Adeta Sisyphus’un kocaman bir kayayı yuvarlayarak bir dağın tepesine çıkarıp sonra aşağıya yuvarlayarak tekrar yukarı çıkarmaya çalışmasına benziyor durumumuz. Anlamsız bir hırs, manasız bir çaba, kocaman bir labirentin içinde bir fare misali bulduğumuz peynirlere sevinir haldeyiz. Özgürlüğümüz umurumuzda bile değil.

Platon’un Mağarası’ndayız hepimiz. Fakat günümüzde bu mağaranın mahiyeti ve bizim durumumuz değişti. Evet, hala gölgelerimize bakarak kendimizi özgür ve yaşıyor sanıyoruz ama artık mağaranın duvarına zincirlenmiş vaziyetteyiz. Böyle bir durumda insan ancak yüreğinde ve anılarında özgürlüğü tadabilir. Bu yüzden ölümsüzlüğü uzaklarda aramaya gerek yok, sevdiğinizin gülümseyen dudağının kenarında duruyor işte!

Son Yazılar

Yazmak, çizmek peşinde, yanmayı pişmeye tercih eden biri...