Her geçen gün hayatta bir şeylerin itibarı daha gidiyor, farkında mısınız? Adeta kayan yıldızlar gibi bir bir değerlerimizi ve ağırlıklarımızı yitiriyoruz. Eskiden anlamı ve derinliği olan bir çok şey günümüzde yüzeyselleşiyor ve anlamsızlaşıyor. Bunu geçmişe özlem duyan bir yaşlı insan edasıyla söylemiyorum. Bir olgu olarak ele alıyorum bu durumu. Buna rağmen “eskiden” kelimesini hoyratça kullanmayı düşünüyorum.
Eskiden selamlaşmanın bir ağırlığı vardı mesela. İnsanlar birbirini görünce hal hatır sormadan geçip gitmeyi ayıp sayarlardı. Birisi selam vermeye metrelerce öncesinden hazırlanır, selamı alan kişi ise kendisine çeki düzen vererek belirli bir hiyerarşisi olan selam ritüelini beklerdi.
Eskiden insanlar birbirleriyle konuşurken, hele de karşıdaki yaşça büyükse, iki kere düşünürdü ağzından çıkacak kelimeler üzerine. Argo kelimeler kullanılmamaya dikkat edilir, hele küfürlü konuşmak akla dahi getirilmezdi. Tabiki genelden bahsediyorum.
Eskiden elbise almanın veya diktirmenin bir heyecanı vardı. İnsanlar bir elbise edinecekken, ki çok sık olmazdı bu, haftalar öncesinden kumaş beğenir, model düşünür ve o elbiseyi giyeceği günün heyecanını yaşardı. Şimdi ise… Neyse şimdiyi zaten yaşıyorsunuz. Ben “eskiden” demeye devam edeyim, siz yeniyle kıyaslarsınız zaten.
Eskiden yolculuk yapmak bile çok ciddi bir işti. İnsanlar belki de aylarca bunu tasarlar, hazırlıklar yapardı. Yolculuk boyunca düzen ve disiplin içerisinde olmaya gayret eder, azami düzeyde başkalarını rahatsız ederdi.
Eskiden müzik de bir başkaydı. Kırsal kesimde daha ziyade türkü dinlenirdi ki, basitliğin derinliğiyle insan mest olurdu. Her bir cümlesi manalıydı, her bir melodisi hayat demliğinden dökülürdü. Şehirde dinlenen müzikler bile anlamlıydı. Cem Karacalar, Barış Mançolar, Zeki Mürenler, Erkin Koraylar…
Eskiden de bazı değerler hiçe sayılırdı ama bugünkü kadar yaygın ve düzeysizcesine değildi bu. İnsanların fikri konularla ilgilenişinin bile bir ağırlığı vardı. Dava adamı olmak ve bu uğurda bedel ödemek bir övgü vesilesiydi.
Eskiden yazarlar da yazardı. Şairlerin de şair olduğu gibi… Buz dolabının kapağını ayağıyla kapadığından çok yüreğinde kopan fırtınalardan, efsane sevdalardan bahsederdi insanlar. Evet, sol eline bile şiir yazmıştı şairler ama o sol el şimdiki sol el mi Allahınızı severseniz!
Eskiden ihtiyarlar bir saygı uyandırırdı insanın gözünde. Onları görünce gayri ihtiyari ayağa kalkardınız. Sözlerinde hikmet, hallerinde ibret vardı.
Eskiden çocuk çocuk gibiydi, genç genç gibi, ihtiyar ihtiyar gibi. Kimse kimseden rol çalmıyordu. Ne otuz yaşında görmüş geçirmiş biri gibi bakan ergen, ne de hala on yedi yaşına saplanmış kalmış bir yetişkin görürdün. Herkes yaşının hakkını verme derdindeydi.
Eskiden sosyal medya da yoktu. İnanabiliyor musunuz? Sosyal medya yoktu, diyorum. Gençler bu durumu kavramakta zorlanabilirsiniz. Evet, insanlar sosyal medya hesabı olmadan da yaşayabiliyordu. İnsanlar birbirleriyle konuşmayı daha çok önemsiyor, karşılıklı ilişkileri daha çok ciddiye alıyordu. Bu yüzden görgü kuralları daha ön plandaydı. Malum klavye başında, ev hali diyerek parlak ekrana kelimeleri dizmek, bir insanın gözlerine bakarak konuşmaktan daha kolay.
Eskiden erdemli olmak önemliydi. Paran, pulun, makamın olmasa da karakter sahibi idiysen bazen bir çok kodamandan daha itibarlıydın. Doğruluk, dürüstlük, yiğitlik gerçekten değer katıyordu insana.
Eskidenlerim ardı ardına geliyor. Ne kadar çok eskiden biriktirmişim meğer. Bu yaşta bu kadar birikmişlerse yaşlılığımda vay halime!
Neyse yazıyı bir şekilde bitirmem gerekiyor. En anlamlı bitiriş bu olsa gerek diye düşündüm :
Oy eskiden eskiden su içerdik testiden!
Fotoğraf: https://zeynepnazan.files.wordpress.com