Doğum sancısı

İnsanı diğer canlılardan ayıran nedir? Konuşması mı? İletişim kurması mı? Alet üretmesi mi? Kompleks beceriler göstermesi mi? Bence bunlardan hiçbirisi değil. Basit veya ileri düzeyde de olsa diğer canlılar da gösterebilir bu beceriler. İnsanı diğer canlılardan farklı kılan şey sanat üretebilmesidir. İnsanlar sanatçıdır. Sadece insanlar olmayanı hayal eder. Hayaline şekil vermeye, onu anlatmaya, gerçeği eğip bükmeye, renklendirmeye, farklı boyutlara sokmaya çalışır. Bu canlılığın en üst bilişsel ve duygusal becerisidir. İnsanın doğasında var olan bu sanat yapma isteği, bastırılamayan, gizlenemeyen ve karşı konulamayan bir güdüdür. Binlerce yıl önce mağara duvarlarına rengarenk boyadığı ellerini adeta bir damga gibi basan mağara adamı bu dürtüyle yapmıştı bunu. Sanat o kadar güçlü ve etkileyici bir şeydir ki, kadim zamanlarda onun ancak tanrısal bir kaynaktan geldiğine inanmıştı insanlar. Sanatı dini hayatlarının merkezine yerleştirmişlerdi. Bu sayede sanat insanların yaşamlarının vazgeçilmez bir parçası olmuştu. Sadece yemek, uyumak ve çoğalmakla yatıştırılamayan duygular sanatla teskin olmuştu.

Sanat eseri var etmek ise adeta insanüstü bir duygu verir insana. Bu duygu her zaman huzur vermez; bazen acıtır, bazen bunaltır, bazen çıldırtır, bazen tüketir. Çünkü yaratım süreci insan faaliyetlerinin en zorudur. Çünkü her eser bir parça olarak kopar sanatçısından. Yine de vazgeçmez sanatçı üretmekten. Yine aynı süreçlerden geçeceğini bile bile hevesle girişir eserini ortaya koymaya. Van Gogh günlerce yemek yemeyi ihmal etti bu sancılar esnasında. Hattatlar kör olmayı göze aldı. Aziz Paul Katedrali gibi görkemli yapıların hayaliyle yanıp tutuşan mimarlar yarım yüzyıla yakın bir süreye sabretti.

Bir sanat eseri üretilirken neler yaşanır? Sanatçıya bu duygu dönüşümlerini yaşatan nedir? Sanatçıya ve eserine göre değişebilir bu. Ama ben bir eseri ortaya çıkarırken daha eserin fikri zihnime bir cemre gibi düşer düşmez çocuksu bir heyecana kapılırım. Kafamın en dingin yerinde beyaz bir tay gibi dolaşır durur bu fikir. O tay yayılıp serpilene kadar özgürce koşar. Köroğlu’nun atı gibi artık içime sığmayacak güzelliğe ve olgunluğa eriştiğini hissettiğimde kâğıt kalemi alırım elime.

Yazma süreci yani uygulama aşaması daha çok heyecanlandırır beni. Artık hayal dünyamın, ruhumun girdaplarının içindeyimdir. Bir arkeolog gibi kazırım zihnimin kabuklarını. Bir bir yoklarım yaşanmışlıklarımı. Sonra onları düşsel dünyamla düğümlerim. Bir dokumacı gibiyimdir aslında. Gerçek ipiyle hayal ipini bir araya getirir eserimi örerim. Her bölüm bittiğinde mutlu olurum. Bir şey başarmış olmanın, bir şeyi vücuda getirmiş olmanın tanrısal hazzını duyarım.

Fakat süreç her zaman bu kadar olumlu geçmez. Bazen öyle yerlerde tıkandığımı hissederim ki gerçek bir doğum sancıdır bu. Tükendiğimi ve becerilerimi kaybettiğimi düşünürüm. Bir türlü gelmez ilham denilen o yalancı peri. Sonunca hiç aşamayacağımı düşündüğüm o duvarı aşarım. Hep aşılmıştır o duvar ama nedense aniden karşısına dikildiğinde insanın içini yıkıcı bir karamsarlık kaplar. Belki de mutluluğu veren de bu sancılardır. Neticede siyah olduğu için beyaz vardır.

Eser bittiğinde içinizde havai fişekler patlar. Gökkuşaklarından kayarsınız yıldızlar üzerinde. Tam bir çocuk olursunuz. Bayram sabahına uyanmış bir çocuk… İşte bu sevinçtir size bir sonraki eseri aynı heyecanla üretmenizi sağlayan. Kendinizi bir anne gibi hissedersiniz hatta. Kucağına yeni doğmuş bebeğini alan bir annenin güzelliği yansır yüzünüze. Keyifle eserinize bakmak kadar sizi dinlendiren bir şey yoktur. Sanat bu yüzden vazgeçilmezdir. Hem var edeni hem de muhatap olanı anlamlı kılar.

Resim: www.newspiritarrivals.ca

Son Yazılar

Yazmak, çizmek peşinde, yanmayı pişmeye tercih eden biri...