Spor özellikle de futbol mevcut popüler kültürün önemli parçalarından biridir. Elindeki en büyük güç olan yazılı ve görsel medya yoluyla kendi dilini inşa eder. Bir maça sahada izlediğimiz oyunla alakası olmayan anlamlar yüklenebilir. Spor yapan insan sağlıklı olur sporu izleyen de keyif alır eğlenir aslında ama nasıl oluyorsa bizde bazen “ölüm kalım maçları” falan oynanabiliyor. İşte ucunda ölmek kalmak olunca mevzu sadece keyif alınması gereken bir oyun olmaktan çıkıyor. Yani sporun doğasında var olmayan unsurlar bazı toplu iletişim araçları yoluyla var edilebiliyor.
Televizyondaki ve radyodaki spor (çoğunlukla futbol) programları, bu alanda hizmet veren internet siteleri ya da gazeteler yukarda dikkat çektiğim dili üretme konusunda her zaman pek bir istekli ve maharetlidirler. Sonuçta ortadaki işe entrika, gerilim ve hatta ihtiras katmak bu yayın organları için daha fazla reyting veya okuyucu getirir. Daha çok ilgi çeker, hiç alakası olmayan insana bile “Tansiyon baya yüksek sanırım memleketi kurtarıyorlar, biraz bakayım.” dedirtebilir. Bir de konunun siyasi tarafı var elbette. Hiçbir ideoloji ya da iktidar ayrımı yapmaksızın söyleyebilirim ki siyasi oluşumlar sporun toplumumuzda çok etkili olduğunun farkındadır ve bu etkiyi de sonuna kadar kullanmak istencine sahiptir. Dolayısıyla halkın en rahat yönlendirilebileceği iletişim kanalı olan medyayı kullanarak insanların görüşlerine yön vermeye çalışırlar.
Toplumsal hayatın içerisinde çokça karşılaştığımız şiddet temelli, cinsiyetçi, argo ya da fazlaca milliyetçi söylem içerikli dil hiçbir spor dalının gereği değildir. Ancak bu tür olumsuz anlam içeren ifadeler spor kültürümüzün olmazsa olmazı haline gelmiştir. Mesela manşete bakınca fethetmişiz bir şehri ya da ülkeyi hâlbuki olan şey sadece yabancı sahada maç kazanmak veya tur atlamak durumu. Galatasaray’ın 2013 senesinde evinde Real Madrid’e 1-6 mağlup olduğu günün ertesinde büyük spor gazetelerinden birinin başlığı şu: “YUH!”. Böyle argo bir kullanım gazetenin manşetinden kocaman puntolarla rengârenk harflerle verildiğinde birçok insan bunu yadırgamıyor. Zira bizler için son derece alışıldık bir ifade haline gelmiş.
Bunun yanında sporun içinde olan bazı unsurları manipüle etme davranışı da var. Mesela gazete manşetleri aracılığıyla oluşturulan dil spora oldukça düşkün olan toplumumuzun “karşılaşma, rakip, kazanma” gibi konulardaki tavrını belirleyecek güce sahiptir. Hadi itiraf edelim; rakip takım bizim algımızda düşmandan hallice bir varlık gibi duruyor. Kazanmak işi de hele başka bir ülkenin takımına karşı olursa bize küffara karşı elde edilmiş bir zafer kıvamında sunuluyor. Biz de bu kıvamı çok seviyor olmalıyız ki her zaman afiyetle yiyoruz. Cumhuriyetimiz kurulduğundan bu yana yaşadığımız ülke içi veya uluslararası problemler bir spor başarısının köpürtülen coşkusu sayesinde halı altına süpürülmüştür.
Bir tavsiye de ben vereyim, çorbada tuzum bulunsun. Günün birinde bir takımımız Roma’yı mağlup ederse -hele bir de golü atan oyuncunun adı Attila, Mete falansa- başlık şu olabilir: “DELMİŞ ROMA’NIN KALBİNİ MIZRAK GİBİ HUNLAR!”. Abarttığımı düşünmeyin lütfen, vallahi olabilir.
Oluşturulan dilin içeriğine ve arka planda topluma iletmeye çalıştığı mesajlara dair yapılan belli başlı çalışmalar var aslında ama maalesef yeterli etkiye sahip değiller. çünkü okuma ve bilinç edinme işlerine pek hevesli değiliz. Konuyla ilgili olarak yazılmış iki değerli eser var: İlki Doç. Dr. Ahmet Talimciler’in kaleme aldığı “Türkiye’de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi” diğeri de Ümit Kıvanç’ın yazdığı “Kesin Ofsayt”. Konuyla alakalı olarak bu iki eseri de şiddetle tavsiye ediyorum. Burada bir köşe yazısı imkânlarıyla ele almaya çalıştığım sorun iki yazar tarafından da gayet ayrıntılı ve açıklayıcı bir şekilde örneklerle izah edilmiş.
Sporun yalnızca spor olarak algılanıp maçlara seyir zevki almak ya da bağlı olunan takıma destek vermek amaçlı gidildiği hayalî günlerde buluşmak üzere.