Yitirdiğimiz vakitlere sığdıramadığımız yüzümüz var elimizde. Geceye düşen böceklerin ayaklarına takılan tozların kokusu üstümüze sinmiş durumda. Acelemiz var ve kan gövdeyi geçmiş durumda. Vaziyet esrarengiz peşinde. İhtiyacımız olan sadece kan. Bu olanlara kanmış gibi karşı köye bakıyoruz. Orada bir köy vardı. Bizim olmadığı kesinlik kazandı. Orada ne vardı başka? Peki bu malûm kan nerede, kimin damarlarında dolaşıyor? Göç edenler, evlerinden ne kadar uzakta? Uzak olan neresi? Herkes kendi hayatını yaşıyor mu? Birileri hep ölüyor mu? Soruyoruz sormasına da kediler, nasibine düşen tekmeleri sayıyor mu? İzliyoruz. Birileri beyaz kâğıda imzayı atıyor. Üçüncü sayfaların en eskimeyen hikâyeleri hırpalanmış çok mu? Aradıklarımız görmezden geliyor bizleri. Telefonun öbür ucunda bir ses. Tanıdık ama duyulmuyor. Kendi hayatımızın neresindeyiz ve ne kadar önemseniyoruz. Eskisinden daha az konuşuyoruz. Annemin romatizmalarına söz geçiremiyoruz. Herkes kendi yarasına bakıyor. Ellerimiz terli. Yağmurdan kaçarken, babama yakalanıyoruz.
Doktor randevuları, rutin kontroller, bu gün de ölmedim, çok şükür diyenler ve gözlerinin içine bakılanlar. Sana söylüyorum evladım, sana. Yüzünde bir tedirginlik almış başını gidiyor, diyen cevval anneler. Annemin ellerini niçin öpmediği mi soruyorum kendime. Babamın yalnızlığa çoktan alıştığını gene hatırlatıyorum. Süslenmiş çam ağacımız olmadığı için değişmediğimizi söylüyorum komşumuza. Özümüzü kaybetmedik, görüyorsunuz. Bak Şerife teyzeler nasıl da varyemez oldular. Ama fena kokuyor ayakları, diyerek alay ediyor eski alt komşumuz üst komşusuyla. Bak bir sene daha bitti işte. Yarın tatil. Hatta bir sonraki gün de. Ekonomik kriz evin ağzında, çok da masomiso. Cuma dolayısıyla dükkânlar sonuna kadar açık artık. Kenarda eşi terk edilmiş bir ayakakabı. Delik. Başında kimse yok. İçimizi görüyoruz. Kim bıraktığı önemli mi? Hepimiz ayakkabıyız. Fırlatılanız. Kirletileniz. Saklanılanız. Ayakkabılara yardım ve yataklıktan dolayı meşin topun ağzındayız. İçi bizi yakar, dışı suça meyilli şehirlileri.
Bu sene resmi tatil kaç gün olacak? Yoğun akan kan nedeniyle tüm dünyada yollar kapandı. Sorduğum sorunun tehlikeye mahal vermediği aşikâr. Resmi kurumlar yıllık izinde. Bu öğretmenler de çok tatil yapıyor vallahi de. Kendi aramızda bunlar. Kimse duymasınlar. Bunlar nankör nankör. Bak Nergisler, Almanya için nasıl da cebelleşiyor. Bana Almanya deme. Mazi hele… Araplar zaten bildiğin gibi. Kocası boşansın, diye durmadan iftira atan esnaf… gene de boşanmıyor. Helâl valla. İlluminati sendromuna tutuk herkes. Bizim gelin olsa, bizi rezil rüsva ederdi. Yok yok. Suç bizde. Bizim oğlanlar adam değil ki, şöylemesine ağzına vursun bir tane. Ne bahtsızız. Aklı fikri hep gezmekte. Çocuklarına analık mı yapıyor sanki. Gene çocuk öksürüyor. Bu soğuk kıyamette dolaştırırsan, tabi ki de zature olur. Ana değil bu ana. Akıl fikir versin Zargana.. Zargana ana kapıya koşuyor sanki. Bunları boş ver de dolar çıktı. Yüro fırladı. Aldığımız maaş yerinde dua okuyor. Geçim sıkıntısı bir yana, müstekreh fikrimiz elimizde kaldı. Patronla konuşsak da zam verse, zam verince de bir daha istesek. Okuldan gelen karnelerle yüzümüz ekşiyecek. Devamsızlık sınırındakileri epey azarlayacağız, fakat gene olanlar olacak. Gel dediklerimiz, sesimizi duymazdan gelecek. Geldikleri için de sesimizi kısacağız. Ne yapsak elimizde kalan ağrılar. Bu sefer de aklımıza ilk aşkımız gelecek belki de. Üflediğimiz mumları hatırlayacağız. Ne günlerdi be. Ne günlerdi, değil mi Ahmet abi ha? Yılbaşında evde mi oturulur. Kalk şöyle deniz kenarına gidelim. Kalk bir diskoya gidelim, içelim sabaha kadar tıka basa. Balık baştan kokar nasılsa. Hiç anlaşılmaz bu tasa. Aslında bu noel ne oluyor? Eskiden böyle miydik? Saygı vardı azizim. Sevgi desen, avuçlarımızda kokusu hâlâ. Yazıyor!.. Yazıyor!.. Yılların nasıl esip geçtiğini yazıyor!
Yılın filmi bu olacak. Türkler film yapamıyor abi. Bak İran’a. Nasıl da çat çat tanıtıyorlar kültürlerini. Ne demiş şair: İran, baskının Allah’ını görüyor; fakat sineması gümbür gümbür. Hiçbir şey bizi ikna etmiyor. Yükseğe çıktıkça sıcaklık azalır. Oda sıcaklığı tam kıvamında. Ateşim haddini biliyor.
Bana doğru yürüyen bir adam: Geri sayım başladı!..
İçimizde sayılar. İçimizde bir bilet. Bütün bu yiyecek içecekler hep ithal. Bunlar kısmet değil, nimet işleri. Yatacak yerimiz yok billahi. Kıyamet alameti işte. Ne zaman uyanacağız? Kalk gidelim. Düğüne sonra gidelim. Biz zaten uykudayız. Ne zaman uyanacağız, diyeceğiz? Elleri titriyor. Öpüşürsek ısınır mıyız ki. Çok pis kokuyor şehir. Bu adamla benim oyum nasıl bir olabilir ki? Ki. Ki. Ki. Kırmızı rujumu sürmeliyim, o akşam ki. Yakışıyor mu bir baksana canım üstümdeki. Yeni aldım. Bu sene, bordo moda. Bak bu da kırmızı. A ulu orta konuşulacak şey mi ki? Hem de kırmızı. Yıl başında olur böyle şeyler, kasma kelimelerini. Dök içindeki öfkeyi aziz dostum. Sen bir şey alamadın mı yoksa? Tamam üzülme, sana da alırız. Sevgilime kırmızı mı alsam? Kırmızı yakışmıyor ama. Olsun maksat yeşillik olsun. Yok, yeşil hiç sevmez. Bana verirsin sen de. Bana yakışıyor kırmızı. Babam seni nerede biliyor şimdi? Kütüphanede. Finallerim var. Telefon açık. Ama açmam.
Kardeşimi arıyorum.
Açmıyor. Başına bir şey geldi mi? Başına bir şey gelirse, ne derim babama. Telefonum çalıyor bak. Arayan babam. Açmayacağım. Mesaj da var. Kardeşin yanında mı diyor? Evet baba diyorum. Merak etme.
Gece ilerliyor.
Milli piyango almadım. Ya çıkarsa. Çıkmaz. Biliyorum. Geçen yıl n’olmuştu hatırlıyor musun? Kardeşim beni arıyordu. Annem arıyordu. Babam da. Kardeşimi arıyorum. Bir ses geliyor. Tanımıyorum. Nerede kaldı adam. Aile arasındaki malum saadetimizi yaşıyoruz. Toplum içinde oturmayı biliyorum. Şafak kaçtı asker? Çürük elmadan daha kıymetli çürük diş. Dişe diş. Beşiktaş nerenin başkenti? Kulağımda haydi eller havaya. Berlin duvarı yıkılalı yıllar oldu. Sovyetler, kırmızı başlıklı kızın peşinde. Münih’te kimler oturuyor. Beyaz Almanlar mı? Almanlar hep beyaz ama. Kırmızı kart kalkıyor havaya. Trafo patlıyor. Otuz tonluk trafo, kimliği belirsiz kişilerce linçle kaldırılarak çalınıyor. Saha karanlık. Şehrin ateşi var. Beşiktaş zaten siyah beyaz. Kendimizi kandırmayalım, uyku saati çoktan suça sardı. Vaziyet ortada. Elimde bir harf: E. İlk hecenin elinde bir e daha. Tehlike saçıyorum etrafa. Rönesans resimlerini tarıyorum gözlerimle. Roma’da imparator Augustos. Sokrates Medea’nın kalbini dinliyor. Kullandığım kelimeler barok. Ortada müzmin bir çağ. Mum yakarsak lüküs yanmaz. Hz İsa, çarmıhta ve gözlerim kapalı. Karpuz sergilerinin kapanıyor olması olağanüstü. İsmet Özel tramvaya binmez bir daha, konuşursam. Bir tuğlaya tutunuyorum düşmeden evvel. Birbirine bakan sokakların ayakları git gide büyüyor. Haliç’in hali ne böyle? Tramvayda bir şair. Takvimde son yaprak. Düşerse aklım kalır, düşerse yarım.