Kargı Kamışının Çığlığı

Kargı kamışı çığlık çığlığa kalmış,

ney demişler adına,

yol bulmuş akmış yüreklere,

dolmuş bardaklara,

mey demişler adına,

üzerlik tohum tohum atılmış ocağa,

keyif demişler tadına

dönen dervişler semazen olmuş,

geçmiş yıllar virane olmuş

şems celaleddin de

celaleddin şems de

yanmış,

kül demişler adına

dökmüş içini Celaleddin,

Mesnevi demişler adına,

Aşkın külüdür mesnevi, aramaktır her defasında başka bulmaktır. Bir yangındır mesnevi, aşkın yangınıdır, gönlün vuslatı, yakarışıdır. Allaha duaya yönelen ellerin, kula aşk olup akışı, girdiği yeri yakışıdır mesnevi.

Ham olmak, pişmek, yanmaktır mesnevi. Celaleddin gençtir, toydur, hamdır. Bir hamur gibi yoğurulmakta, kendisinden olmaktadır. Dostları,  maya gibi işlemişlerdi içine, susam gibi süslemişlerdi kabuğunu, ateşlere düştü Celaleddin. Mayasıyla özel, susamlarıyla tatlı, taze bir ekmek gibi pişti, Celaleddin. Sözü ilham verirdi, özü dostu görürdü pişmişti, Celaleddin.

Derken Tebrizden bir dost geldi. Öyle bir dosttu ki çıkınında aşk vardı. Lakin pişmişti dostlarıyla Celaleddin, şimdi bu yakıcı güneş nereden çıkmıştı? Yoksa, kaderde yanmak mı vardı? Geç gelen dost, gönüle hemen giremez, çünkü dostlarla pişmiştir bir kere yürekler, pişen ateşi tekrar istemez. Lakin kaçarı yoktu, kaderdi bu, ötesi yoktu.

Sardı ateş, pişen tekrar pişemez ateşte, nasipte olan cihanda yanmaktı. Şems, yandı Celaleddin de Celaleddin, yandı Şems de.

Aşıkla maşuk’un közü kor kalırmış, hep bir köşesinden yanarmış, hiç sönmezmiş ömür bitene kadar. Celaleddin ayrı kaldı güneşinden, sonra tekrar kavuştu, sonra yine bir sabah, ansızın batırdılar güneşini, bir daha hiç doğmadı. Şems’in yangını, hep yüreğinde kaldı Celaleddin’in, hep onu aradı, hep yüreğinde buldu, hep yangınında buldu onu.

”Mübarek olmayan gülme, lanetin gülmesidir: Ağzını açınca kalbinin karalığını gösterir. Gülen nar bahçeyi güldürür. Erler sohbeti de seni erlerden eder. Katı taş ve mermer bile olsan, gönül sahibine erişirsen cevher olursun. Temizlerin muhabbetini ta… canının içine dik. Gönlü hoş olanların muhabbetinden başka muhabbete gönül verme. Ümitsizlik diyarına gitme ümitler var. Karanlığa varma güneşler var. Gönül, seni, gönül ehlinin diyarına; ten, seni su ve çamur hapsine çeker. Agah ol, bir gönüldeşten gönül gıdasını al, onunla gönlünü gıdalandır. Yürü, ikbali bir ikbal sahibinden öğren!” (Mesnevi, Defter:1, Beyit: 720-725)

Celalleddin “gönüldeş”e doğru aşk ile akıyordu. Her akışı, onu Mevlaya yaklaştırıyordu; her akışı onu biraz daha Mevlana yapıyordu.  Kor yüreğinde yanıyordu, Celaleddin karanlığı bırakıp güneşini, Şems’ini arıyordu.

”Kimden kaçıyorsunuz kendinizden mi? Ne olmayacak şey! Kimden kapıp kurtarıyoruz, Hak’tan mı? Ne boş zahmet! Sözden bir şekil doğdu, yine öldü. Dalga kendini yine denize iletti. Suret suretsizlikten çıktı, yine suretsizliğe döndü. Zira biz yine Allah’a döneceğiz. Şu halde sen her göz açıp kapamada ölüyor, diriliyorsun. Mustafa ”dünya bir andan ibarettir” buyurdu. Bizim fikrimiz havada bir oktur. Orada nasıl durur? Allaha gelir. Her nefeste dünya yenilenir. Fakat biz dünyayı öylece durur gördüğümüzden bu yenilenmeden haberdar değiliz.” (Mesnevi, Defter: 1, Beyit: 970-1140)

Yanıyordu kor kor Celaleddin, her nefesinde, ölümle yaşamın birlikte geldiğini, görüyordu. Her şey ufalanmakta, yok olmaktaydı, yok olanın içinden yeşeriyordu, yeni doğumlar. Ve bu madde deryası, Allah’tan akmış gelmişti. Ona dönenene kadar, bu sahnede oynayacaktı, her mahlukat. Üzerlik odunun yanında yanıyordu, kokusu sarıyordu odayı. Celaleddin’in zihninde, derinden akıyordu evrenin görüntüsü. Sema da geçiyordu kendinden, sol el aşağı da sağ el yukarıda.   Gerçek vuslat sevgilinin yanındaydı, Allahın yanındaydı, bir gün ona varacaktı, o gün düğün günü olacaktı.

”Ben varlığı yoklukta buldum, onun için varlığı yokluğa feda ettim. Padişahların hepsi kendilerine karşı alçalana alçalırlar. Bütün hak, kendisine sarhoş olanın sarhoşudur. Padişahlar, kendilerine kul olana kul olurlar. Halk genellikle kendi yolunda ölenin yolunda ölür. Avcı onları ansızın avlamak için kuşlara av olmaktadır. Dilberler; aşıkları, canla, başla ararlar. Bütün maşuklar aşıklara avlanmışlardır.” (Mesnevi, Defter: 1, Beyit: 1735)

Düğününe kadar, varlığı yoklukta arayacaktı Celaleddin,  biraz sarhoş olacaktı hüznünden, maşuklara av olacak, gönüllere er olacaktı…

Son Yazılar