Le Point dergisine bir mülakat veren Fransa Cumhurbaşkanı Macron, “Bildiğiniz gibi, küresel sahneye çıkmak aslında o kadar da havalı bir şey değil” dedi. Reuters’ta yer alan habere göre, dergi muhabirinin bu sözlerini açıklayıcı bir örnek vermesi istemesi üzerine ise Macron, “Erdoğan ile her 10 günde bir konuşması gereken benim” yanıtını vermesiyle Türk medyasında büyük yankı buldu. Tabi işitmediği laf kalmadığı gibi…Neyse mevzumuz tam olarak bu olmamakla birlikte tam da bu aslında. Yani Fransa’nın cemaziyel evveli. Hani eskilerin deyimiyle Macron’un oturduğu koltuğunun da cemaziyel evvelini biliriz, diyor ve başlıyoruz yürümeye;
Osmanlılardan Fransızlılara 1830’da geçmiştir Cezayir. Öyle ki Fransız yurttaşları burada topraklar edinmişlerdir, kendi kazançlarına çevirip büyük yatırımlar yapmışlardır. Zaten koloniyalizmin teorisyenleri de bu yatırımlara bakarak Cezayir’in sömürge yönetiminde iktisaden kalkındığı sonucunda varmaktadırlar. Hatta Cezayir’in bağımsızlığını kazandığı sıradaki gerçekler bile karşıt yönde görünmektedir. Mesela endüstrisi geriydi; tek tip üretime bağlıydı. Fosforitler ve demir cevheri gibi yabancıları tarafından çıkarılan madenlerin tümü ihraç ediliyordu. Tekstil gibi hafif endüstrinin çapı küçüktü. Görüldüğü üzre hammadde bulunmasına rağmen ağır endüstri kurulmamıştı. Birinci Dünya Savaşının bitiminde 6 milyonluk bu ülkede 100 binden az sanayi işçisi bulunuyordu Fransa’dan ithal edilen mallar yüzünden büyük kentlerdeki binlerce zanaatkâr dükkanı kapanmış ve o malum jargonla ulusal burjuvazi zayıf kalmıştı.
Nedense bütün bunlar bana Abraham Lincoln’un şu sözünü hatırlatır: Hepimiz özgürlükten yana olduğumuzu ilan ediyoruz;aynı sözcüğü kullanıyoruz, ancak aynı şeyi kastetmiyoruz. Evet, Fransa da hunharca özgürlükten bahsediyordu, ama yüklediği anlam çok farklıydı. Hani birçok muasır devletin tarihinde olan meş’um soykırım, Fransız devleti’nde de kendine yer bulmuştur, zira bu vahşet belgelerle de ispatlanmıştır.
Kenan Akın, kaleme aldığı eserinde şöyle bir olayı anlatır: Yedi yaşlarında bir erkek çocuk… vücudu yara bere içinde… Anasını babasını ve kız kardeşini önce tartaklayan, sonra da öldüren Fransız askerleri, onu da tellerle sımsıkı bağlamışlar…Bir teğmen, görsün ve gördüğü şeyler hafızasından hiç silinmesin diye de çocuğun gözlerini elleriyle açık tutmaya çalışmış… Çocuk anasını, babasını ve kız kardeşinin ölümünü, daha doğrusu Fransız vahşetini zoraki seyretmiş. Fransız askerleri tarafından götürülen ve sekiz gün sonra geri gelen kadının ise, defalarca iğfal edildiğini anlamak için, onu soru yağmuruna tutmak gerekmez. Perişan hali, yırtılan elbiseleri gözlerinin altındaki morluk, hiçbir soruyu gerektirmeyecek kadar açık.
Gene başka bir yerde:
Tarihte Fransızlar’a karşı Cezayir’de ilk direniş bayrağını açan Abdulkadir’in başşehirdeki anlamlı anıtının altında karşılaştığımız bir Cezayirli daha, haykırmak istiyor fakat yaşlılıktan olacak sesi titrek titrek çıkıyordu.’’ Fransızlar bize çok eziyet etti. Kurtulanlar da büyük bir bunalım içinde. Ya çocuklarını, ya babalarını, ya kardeşlerini kaybetmenin acısını hiçbir zaman unutmadılar. Yıllar acıları küflendirirse de her bir hatırlama da yürekler kan ağlar.’’
Aslında yapılan bu vahşetin tarihi, daha eskiye dayanır, şöyle ki;
Tarihte Fenikeliler, Kartacalılar, Romalılar, Vandallar, Bizanslılar, Araplar ve nihayet 16.yüzyıl başından 1830 yılına kadar Osmanlılar tarafından yönetilen Cezayir, Fransa’nın hakimiyeti altına girdikten sonra inim inim inlemeye başladı diyebiliriz… Aslında Fransız zulmü, 1945’lerden önce başlar. Acı ve ıstırap veren olayların yanısıra, Fransa’nın da anlayışı sergilenir tarih boyu, Cezayir, Fransa’ya buğday satar. Ancak Fransa, 40.000 frank olan borcunu bir türlü ödeyemeyince, iki ülke arasındaki ilk soğukluk başlar.
Bu arada, yukarıda da ifade ettiğimiz üzere son Osmanlı beyi Hüseyin Dayı’nın Fransız elçisini yelpaze ile tokatlaması da kayda değer bir vaka sayılabilir. Fransa’nın Cezayir’le ilgilenmesi ise 1828’lerde başlar. Bu sıralarda Osmanlı İmparatorluğu Cezayir’den elini eteğini çekmiş, ülke kendi yönetimi ile baş başa kalmıştı…Fransa’nın sömürgeci emelleri gerçekleşince, Cezayir’den ilk direnmeler kabilelerden gelir. Haud kabilesi, ilk direniş bayrağını açar. Yıllar boyu barış içinde yaşayan, içişlerinde serbest hatta son yıllarında, başka devletler antlaşma imzalayacak kadar hür olan Cezayirliler’e Fransız egemenliği zor gelir. Her şeyden önce Hıristiyan boyunduruğu çekilmez olur. 1832 ve 1833 yılları arasında Tipaza ile Bileyda’da direnişler büyür. Ne var ki, Fransızlar’ın karşı taarruzu da şiddetlenir. Bu arada bin mağarada saklanan, daha doğrusu koyunları, inekleri ve azıklarıyla mağarada yaşamaya mecbur kalan binlerce Cezayirli, Fransızlar tarafından canlı canlı yakılır.
Tarihte Fenikeler, Kartacalılar, Romalılar, Vandallar, Bizanslılar, Araplar ve nihayet 16.yüzyıl başından 1830’a kadar Osmanlılar tarafından yönetilen Cezayir, ancak bu tarihlerde Fransa’nın hakimiyeti altına girdi.
Gene de Fransızlar’ın Cezayir’e yerleşmeleri ve ülkenin tamamında hakimiyet kurmaları kolay olmadı. Hem yerli halk hem de Osmanlı kuvvetleri uzun süre direndiler. Dayı Hüseyin Paşa’nın teslim olmasından sonra ülkenin batısındaki kabileler Emir Abdulkadir’in etrafında toplanıp onu sultan ilan ederken (1832) doğuda da Konstantine Emiri Ahmet Bey mücadeleyi bırakmadı. 1830 Temmuzun sonlarına doğru Fransa’da Kral X. Charles idaresinin çökmesi işgal sürecinin durmasına sebep oldu. Daha sonra yeni Kral L. Philippe ilk yıllardaki kararsız tutumunu bırakarak burayı ele geçirmeye karar verdi ve nihayetinde Fransız Kuzey Afrika valiliğini kurdu. (22 Temmuz 1834) 1840 yılına kadar sınırlı işgal politikası takip eden ve yalnız başlıca şehirlerle iktidar noktalarını ele geçiren Fransa’nın hakimiyeti ülkenin daha çok kıyı kesiminde görülüyordu. Buraya tayin edilen ilk genel vali Mareşal Kont B. Clausel, Ahmed Bey ve Emir Abdulkadir’le mücadele ettiyse de pek başarı kazanamadı.
1839’da Emir Abdulkadir,Tafna Antlaşmasına aykırı olarak ülkeye çok sayıda asker getiren Fransızlara’a karşı cihad ilan etti. Ancak savaşın yeniden başlaması üzerine general valiliğe getirilmiş olan General Bugeaud’un kumandasındaki Fransız kuvvetleri Abdulkadir’in elinde bulunan şehirleri işgale yöneldiler ve dört yıl içinde Medye, Miyane Şerşal, Bugar, Tilimsan, Tagdempt, Maasker, Saide ve Zimale’yi ele geçirdiler. Emir Abdulkadir Fas Sultanı Abdurrahman’a sığınarak onun yardımını sağladıysa da İssi Savaşı’nda Fransızlar’a yenilen (14 ağustos 1844)Fas sultanı imzaladığı Tanca Antlaşmasıyla (10 Eylül 1844) Emir Abdulkadir’e yardım etmemeyi ve onu topraklarında barındırmamayı kabul etmek zorunda kaldı. Bunun üzerine emir Abdulkadir gerilla savaşı başlattı. Bu savaşlarda pek çok köy edilirken birçok kişi çatışmalar arasında öldürüldü, birçok insan açlıktan öldü.
Dağlık Kabiliye bölgesinin 1853,1854 ve 1857’deki seferler sonunda işgal edilmesiyle Fransa’nın Cezayir’i işgal hareketi büyük ölçüde tamamlandı. Fakat zaman zaman özellikle zaviye şeyhleri liderliğindeki ayaklanmalar devam etti.Daha sonra Fransızlar iç kesimlere daha kuvvetle hakim oldular ve kıyı kesimlerine tamamıyla hırıstiyan Fransızlar yerleştirildi. Kolonileştirme ve sömürü faaliyetlerine hız verilerek ülke küçük illere bölündü. Dayanılmaz bir ekonomik, siyasal ve dini baskı ve sindirme hareketine maruz tutulan Müslüman halka ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapılmaya başlandı. İdamlar, köylülerin elindeki ekili alanların tahribi toplu katliamlar birbirini izledi. 1830-1890 arasında Fransızlar’ın Cezayir’de öldürdükleri Müslüman sayısı 3 milyonu bulmuştur. Bu arada I. Dünya Savaşı yıllarında ucuz işgücü temini maksadıyla pek çok Cezayirli Fransa’ya gönderildi.
I. Dünya Savaşı sonrasında diğer sömürge ülkelerde olduğu gibi Cezayir’de milliyetçilik akımı ve emperyalizme karşı islamî direniş hareketleri güç kazanmaya başladı. 1930’da Ferhat Abbas’ın Fransızlarla eşitlik isteğine dayanan bir hareketi oldu. 1933’te Ahmed Messali Hac ve arkadaşları Cezayir Halk Partisi (PPA)’ni kurdular. 5 Mayıs 1935’te Abdulhamid b.Bedis’in başkanlığında Cezayir Ulema Cemiyeti teşekkül etti. Cemiyet, Müslüman din alimleri tarafından kurulmuştu. Asıl amacı Müslümanları Fransız sömürgeciliğinden kurtarmak ve islamî temele dayalı bir Cezayir devleti kurmaktı. Fransız idarecilerin yanısıra bu hareket, en büyük muhalefeti Fransızlaşmış Cezayir aydınlarından gördü.
***
Akın, Kenan, Cezayir’de Fransız Vahşeti ve Ötesi, derin yayınevi, İstanbul 2003.
Doğuştan Günümüze Büyük İslam Ansiklopedisi, c,13,
Ataöv, Türkkaya, Afrika Ulusal Kurtuluş Mücadeleleri, Ankara Üniversitesi siyasal Bilgiler Fakültesi yayınları
http://www.a24.com.tr/fransa-cumhurbaskani-macrondan-erdogana-kustah-gonderme-haberi-40103905h.html?h=52 (24.09.2017)