Mevlana, İsa devrinde Yahudi bir padişahın, cahilane bir taassupla Hristiyanları mazlum olarak öldürmesi anlatırken, hiddet ve şehvetin insanı şaşı yaptığına ve doğruluktan uzaklaştırıldığına dikkat çekmektedir. Şöyle ki:
Bir gün ustası çırağına “dolapta bir şişe var al gel” dedi. Şaşı “burada iki şişe var acaba istenilen hangisi” deyince, ustası: “o bir tanedir yürü gel, şaşılığını herkese duyurma” dedi.
Çırak sözünde ısrarcı olunca, ustası: “o halde onlardan birini kır” dedi. Şaşı şişeyi kırınca ondan eser kalmadığını gördü. Şişe bir idi. Onu iki gören şaşının gözüydü. Şişe kırılınca hakikati anladı.
Padişah Yahudice kininden dolayı öyle şaşaladı ki ben Musa dinin koruyucusuyum diyerek zulüm ile mü’minleri öldürdü. Halbuki İsa, Musa’ya; Musa, İsa’ya can idi.Tek bir olan Allah’tan gelen birbirinin devamı iki elçi idi. Birini öldürmek ve inkar ikisini de öldürmek ve inkar etmekti.
Bunu anlayamayan aynı padişahın fitne ve fesat ocağı gaddar bir veziri ve bu vezirin Hristiyanları yok etmek için münafıkça bir planı vardı.
Bir gün dedi ki: “Ey padişah kulağımı, dudağımı, burnumu ve elimi kestirmek için emret. Sonra beni darağacının altına getir. Biri af dilesin sen de azat kıl. Bunu herkes öğrensin ve buradan uzaklara sürgün et ki, meşhur olayım. Diyeyim ki ben gizlice Hristiyan oldum. Şah imanımı öğrenince canıma kastetti. İsa’nın yardımı ruhu olmasaydı o Yahudi beni parçalardı.”
Hristiyanların bulunduğu tarafa sürülen, görünüşte etrafında toplananlara dinin hükümlerini anlatan bir vaizdi. Hakikatte ise onları avlayacak ıslık ve tuzaktı. Gönül verip büyüsüne aldananlar, ona tamamen tabii oldular. İsa’nın vekili sandılar. O ise gerçekte lanetli bir Deccal idi. O kâfir vezir, din nasihatçisi oldu. Hileyle badem helvasına sarımsak karıştırdı. Bazı hal sahipleri vezirin sözlerinde bir acılık duydular. Güzel konuşuyordu. Lakin, sözleri zehir karıştırılmış şekere benzemekteydi.
Altı yıl bu böyle sürdü. Halk gönlünü ve dinini ona emanet edip, varını yoğunu ona verdi. Gönlü kara Vezirin maksadı ise Hristiyanları rüzgarın savurduğu saman gibi dağıtmaktı. Bir gün padişah haber gönderdi ve “Zaman geldi” dedi. Vezir ise “ey şah işim fitnedir, İsa dini bundan böyle fitneden kurtulamaz” dedi. Hristiyanları idare eden on iki emir vardı. O ölün dese, her biri her zaman ölmeye hazırdı. On iki emre ayrı ayrı, her biri yanlış hükümlerle dolu ve başka başka yollarda, her birinin hükmü değişik ve baştan sona birbirine zıt olan on iki kitap yazdı.
Sonrasında vaazı terk edip halvete çekildi. Halvette müritlerini ayrılığı ile üzdü. Vezire ağlayıp yalvardılar “biz sensiz deli gibi olduk, değneksiz körün hali elbette zordur” dediler. Her ne zaman halvetten çıkması için gitseler her seferinde geri çevrildiler. Sonunda vezir müritlerini ümitsiz bırakıp kesin bir cevapla: “İsa’dan bana, herkesten ayrılamam için haber geldi. Bundan sonra canımı başımı bile terk ederim. Bütün dostlardan ayrıl hatta kendi nefsinden bile emri ile ben öldüm. Elveda dostlar, gönül İsa ile oturmak ister. Artık yurdum dördüncü kat göktür” dedi.
Hilekar vezir emirlerin her birini ayrı ayrı gizlice veliaht yaptı. Her birine “İsa’nın dinine ve bütün ayinine sensin vekilim. Diğer beyler, İsa’nın emriyle sana tabi ve yardımcılardır. Sana itaat etmeyen emiri ya öldür ya da esir et. Lakin ben sağ iken bu sırrı kimseye duyurma. Ben ölmedikçe de reisliğe elini uzatma. Hak dinde senden başka vekilim yoktur bil” dedi.
Bunu her birine ayrı ayrı söyledi ve her birine içindeki hükümleri birbirine zıt olan bir defter verdi. Elif’ten Ye’ye kadar harflerin şekli nasıl değişikse, her tomarın metni de öyle muhtelif idi.
Sonra kırk gün halvette kalıp kendisini öldürdü. Onun ölümünü duyan halk feryat edip ağladı. Saçını sakalını yoldu. Elbiselerin parçaladı. Halkın gözünden yaş yerine kan aktı. Küçük büyük herkes yas tuttu.
Bir ay geçince halk sordu: “ey büyük emirler! O, içinizden kimi vekil kıldı?” Her bir emir “onun halefi, nefesi, mucizeli İsa’nın vekili benim işte bu defter buna delildir ve vekillik bana onun ihsanıdır” dedi.
Beylerin birer birer öfkeleri atıyordu ve ellerinde keskin kılıç vardı. Hepsi ellerine tomar ve kılıçları alarak birbirine girdi. Yüz binlerce Hristiyan can verdi. Ölülerden tepeler meydana geldi. Her taraftan kan, sel olup aktı. Fitne tozundan gökyüzü görünmez oldu.
Farklı bir yüzyılda fitne aynı fitne, zulüm aynı zulüm. Padişahın ismi değişti, Vezirin yerine sahte alimler geldi. Hristiyan’ın yerini Müslümanlar doldurdu, emirlerin yerine başkanlar oturdu. Fark eden ne oldu? Yine kan. Yine savaş. Yine ölüm. Arkasında gözyaşı, kin ve nefret…
Kendi kendini öldüren bu “hiddet” ve “şiddet”, zalime ve düşmana karşı oluyor “hoşgörü” ve “merhamet”!